Perşembe, Ekim 11, 2012

Aynalara...


Sevgili Sücud

Tek yorumcum sen olduğuna ve yazacağımdan umudunu kesmediğine göre, kendimi yazmağı hak etmiş hesap ediyorum.

Aslında çok yorgun oluyorum. Ve okudukça yazmak melekelerimin yittiğini sanıyorum. Eskiden çok okuyanların iyi yazarlar olduğuna inanıyordum. Ama şimdi bu inancım değişmiş gibi. Çok okuyanlar asla kaleme yaklaşmıyorlar. İSAM-da Yavuz Arkının tanırdım. Hep okurdu, ama tek satır yazdığını görmedim.

Yazmak doğurmak gibi. Kafana düşünce embriyonlarının uçuşmasını beklersin. Eger sen masada odurduğun sırada çevreden ilham perisi geçiyorsa ve senin bu durumuna bakıp acıyorsa, ve senin durumun onda “al sana bir kaç fikir kırıntısı, bu günlük bunlarla oyalan” detirtecek hissler uyandırıyorsa işte o zaman mayalanmış gibisin. Sigaraları peş peşe yakarasın, büyük bir fikri açmış gibi masaya yayılırsın ve o kırıntıları toplamaya başlarsın. Sabah olunca da “al işte nur topu gibi bir eser. Sevgili okurum yaktım çırağını” – dedirtecek bir beşer harikası. Uykusuz zamanımın sizin için ürettiği reçete.

Çok mu abarttım. Belki de. Yalan söylemeyi sevmediğimi iddia edemem, ama yalançı da değilimdir. Bak işte, zaman zaman da olsa yazıyorum ve hala her şeyi okuduğumu iddia etmiyorum.

Bu günlerde elimdeki kitap Aynalar. Bir aynada haps oluşumun hatırası. Üzerine bir sürü anların toplandığı bir kitap. Sayfaları çiçek gibi açılıp, kapı gibi kapatılan bir kitap.