Sevgili
Sücud
Tek
yorumcum sen olduğuna ve yazacağımdan umudunu kesmediğine göre, kendimi yazmağı
hak etmiş hesap ediyorum.
Aslında
çok yorgun oluyorum. Ve okudukça yazmak melekelerimin yittiğini sanıyorum.
Eskiden çok okuyanların iyi yazarlar olduğuna inanıyordum. Ama şimdi bu inancım
değişmiş gibi. Çok okuyanlar asla kaleme yaklaşmıyorlar. İSAM-da
Yavuz Arkının tanırdım. Hep okurdu, ama tek satır yazdığını görmedim.
Yazmak
doğurmak gibi. Kafana düşünce embriyonlarının uçuşmasını beklersin. Eger sen
masada odurduğun sırada çevreden ilham perisi geçiyorsa ve senin bu
durumuna bakıp acıyorsa, ve senin durumun onda “al sana bir kaç fikir
kırıntısı, bu günlük bunlarla oyalan” detirtecek hissler uyandırıyorsa işte o
zaman mayalanmış gibisin. Sigaraları peş peşe yakarasın, büyük bir fikri açmış
gibi masaya yayılırsın ve o kırıntıları toplamaya başlarsın. Sabah olunca da “al
işte nur topu gibi bir eser. Sevgili okurum yaktım çırağını” – dedirtecek bir
beşer harikası. Uykusuz zamanımın sizin için ürettiği reçete.
Çok
mu abarttım. Belki de. Yalan söylemeyi sevmediğimi iddia edemem, ama yalançı da
değilimdir. Bak işte, zaman zaman da olsa yazıyorum ve hala her şeyi okuduğumu
iddia etmiyorum.
Bu
günlerde elimdeki kitap Aynalar. Bir aynada haps oluşumun hatırası. Üzerine bir
sürü anların toplandığı bir kitap. Sayfaları çiçek gibi açılıp,
kapı gibi kapatılan bir kitap.