Cuma, Mayıs 21, 2010

Ah kalbim...

Kalbim yorgun...
Tılsımı kopmuş boş bir harabe gibi. İhtişamı sönmüş zamandan sana miras bıraktığım enkaz. Yalnız baykuşlar çınlatıyor kulağını, bu harabenin. Yalnız akrepler ısırır dilini hayalin.

Ben, bay dinazor. Kalbine çarpan aşk taşı ile yok olan bir tür. Şimdi kaburğalarım arasında sürüngenler çiftleşiyor. Zamana yataklık eden mundar görüntü.

Toplumu çürüten şey kuşku. Bizim çağın Hubel’i: Şüphe. İnsanı içinden kemiren inançsızlık kanseri. Düşünce pamukları aşınmış bu yatağa mahkum. Bizi dünyaya bağlayan bilimsel saçmalık hastalıklarımız. Ve birde kustuğumuz kabın kokusundan sarhoş beyinlerimiz. İğrendiyimiz şey kendimize yakıştıramadığımız gerçek kendimiz.

Ne kendime ayna tutabiliyorum, ne ötekini görecek gözlere sahibim. Ne yüzüm var, yüzüne gölge salacak; ne yüzün var, yüzümü ağartacak.

Ah, bilsen güzelim ben ne kadar kötüyüm...
Tümden gizletilmiş şiddet; hapsedilmiş intikam ve zincire vurulmuş içgüdü...

Benim haç çıkardığım teslis: günah, azap, arzu...

Ve ne acı ki, ancak günah, rahibeleri bu harabeye çeken kutsallığa sahip...