Perşembe, Şubat 26, 2009

Batı'nın Doğu'su

Bir okur gibi Yüksel Kanar kaleminin yabancısıyım. Elimdeki kitabı "Batı'nın Doğu'su: Avrupa Barbarlığının Küreselleşmesi" (İstanbul, Kitapevi 2006, 340 sh.)başlığını taşıyor.

Bir günah kitabı. Batılı mitlerle savaşın kısa öyküsü. Uygar olmayan dünyanın "erdem" pozlarını açığa çıkaran bir gözlem. Sayın Kanar, sadece cüzi olanı aktarmış; barbarlığın sınırlarını çizmeğe kalkışsaydı külliyat oluşturmak zorunda kalabilirdi.

Oryantalizm cenabet bir kavram. İt defterine konulan varlık misali bir söylem. Bu doğmayan ve doğuramayan kadın tiplemesi Doğu'nu Flaubert'in "küçük oynaşı"na, "Floris and Blauncheflur" romanında ahlaksızlığın diz boyu olduğu hareme dönüştüren söylemler zincirinin halklarını çözmeğe uğraşan yazar, bilgiden çok bir çıldırmışlığın kronolojisini tespit etmekte.

Kanar'ın haykırışı tüm Doğuluların çilesi. "Batı'nın yegane uygarlığı, bugünkü bildiğimiz uygarlıktır. Bunun dışında tarih boyunca herhangi bir uygarlık geliştirememiştir" - diyor yazar. Sırf bu söylem bile dünyanın Batı gereksiniminin gereksizliğine ve bir zorlama olduğuna inanmak için yeterli. Ne var ki, Batı artık dışımızda değildir. Batı içimizdedir, aklımızdadır, gönlümüzdedir, şehvetimizdedir. Doğu'nun bu "Batı" kayması veya kaydırılması herhangi bir doğal afetin dehşetinden daha büyük, daha korkunç. Edwart Said biraz daha cesur olsaydı, Prometeus'un zincirlerini kırabilirdi. Ne var ki, Doğu halen prangaların eskimesini beklemekte. Ayaklarımızın çürüdüğünü söyleyen henüz bir yazar yok.

Perşembe, Şubat 19, 2009

Senin için...

“Bir öfkenin, bir acının kızgın demiri kalbimize dokunmadıkça ses gelmiyor oradan. Halbuki bizden ebediyyete kalacak: bu çıklık. Sevinç çığlığı, azap çığlığı, merhamet çığlığı” (C. Meriç).

İnsan kendisinden öte her kese rahimli. İnsanları tuhaflaştıran, kaderleri değil; kaybettikleridir. Kaybedince anlıyor insan, yitirdiklerinin hep kendinden parçalar olduğunu. İnsan da aslında duvar gibi, cam gibi. Tuğlaları düşüyor, cam kırıkları yerlere saçılıyor. Ufalanıyor, ufalanıyor. Aslında ufalandıkça insan çoğalır; ufalandıkça yayılır ve tanınır. Tarih için izi kaybolmuş kaleler daha değerlidir; daha özlenilirdir.

Ben senin cam kırıklarını toplayan arkeologum. Ha şimdi, ha bin sene sonra. İnsanlar senin keşfini bende okumalı. Senin Colombun olmak benim kaderim. Ama ben sana vardığımda bir kıta bulmalıyım, ütopya değil.

Dünya zatten bin derecenin altında soğuk, onu ısıtan senin aşkın.