Çarşamba, Mart 17, 2010

İstanbul'dan Mektup Var...

İstanbul'dan Mektup Var...Yağmurun yağdığına dair beyanatımdır

seni selamlıyorum aziz dostum,

.............................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................
bu hal hatır meselesinden sonra...beni anladığını düşünürek, aynı yaraları aldığımızı düşünürek...belki aynı hapishanenin yanyana iki koğuşundan konuşuyormuşcasına yahut aynı hastanede yan yana duran iki sedyede...

bilmem sen farklı başka mekanlarda mısın?

nasıl bir zaman içerisindeyiz, sevgili dostum...
oturmuş olduğumuz koltuğundan atmadan bizi zaman, usul usul bizi birbirimizle eliyor. ve elendikçe ve her defasında elendikçe ve her defasında elendiğimi bildikçe üzüntüm kat be kat artıyor.

sorgum sıhhatimi neden bu denli eziyor. sigarayı bıraktım oysa. bir kaç gündür bir iki sigara yakmış olsamda yaklaşık 200 gündür içmiyorum...
yaşamayı bu kadar güçlü kılan nedir?
bir dostun yitip gitmesine karşın bizi burada tutan yetkinlik nedir?


Suyun Boğma Arzusu Kolların Sarmasını Geçti

Üzüntüm artıyor
Ağaçlara vurarak Tanrıyla konuşmak umuluyor
Çöküp sallanarak düşünüyorum
Kar üstünde yeşil giymeliyiz desem
Bir çığ arzular mı beni?

Güneşin altında tok karnına
Siyah, kanatsız birikintiler kıpır kıpır
Daha kaç kişi yerine yaşamam gerekecek?
Yerine ölmek için birini arayan
Kaybolacak mı aradığında?

Soluk almak boğulmaya nasıl da yetiyor
Soluk almak oldu yaşayabilmek için
Yerine ölecek birini bulmak
Soluk almak benzimdeki solgunluğu
Durmadan tazeliyor.

Üzüntüm artıyor
Meğer tekrar eden tekrar etimden de diri imiş
Yaşarken işini tez bitirenler yaşayanlar içinden
İşi tez bitenler değilmiş.
(Celal Fedai)

yakın zamanda görüşmek dileği ile...

rıdvanünal


YANIT YERİNE...

Sevgili Rıdvan...
Gündemin Celal Fedai’nin şiiri kadar “boğuk”... Yıldızlara ok fırlatan mutlu çocuğun, hedefe ulaşamayan kırık oklarını toplmanın üzüntüsü ile yazıyon...

İyi ki yazıyon. Zaten, kötü kalpli kraliçe aynama mektupla yansıyan iki yüzden birisin. Diğeri “nehir meleyi”...

Benim gündemime gelince...
Ne zaman umrumdadır, ne onun çarkından düşenler...
Tek istihbaratım annemin yerel “Dedikodu” gazetesi... Onlarda bir köyün sınırları dışına çıkmıyor. Çayım var, sigaram ve kitaplarım... Birde göğsüne taht kuracak odun sobam... Bir asırı bunlarla idare edecek kadar iradeliyim. Hz. Süleymanın şişeye hapsettiği karınca gibi yaşıyorum. Sahibim çok unutkan...

Bahar geldi... Doğa tılsımdan kurtuluyor... Aşkın kokusunu duyuyorum...

Bu aralar Eski Sovyet mekanında yayınlanan ilk kitabımı kutluyorum, sigara ve çayla...
Tanrı kimseni kitapsız koymasın. Benim soyumun varisi onlar. Çok geçmişte kaldığıma o denli seviniyom ki, “çivi yazı”nın benim icadım olduğunu bile söyleyebilirim sana... Gölgenin içinden çıkıp gelen süvarileden, devlerden, perilerden, masal gezegeninden binlerce hikaye anlatabilirim. Dışarda kurtlar 40 haramiler gibi...

Ben, hayalimdeki İstanbul’un karşısında “açıl susam, açıl” diye haykırıyorum...
Açılırsa, görüşürüz...
Açılmazsa, demek tüm hikayeler benim gibi düş avcılarının uydurması...

Not: Faruk’u ziyare edersen, benim adıma Hafız’dan bir beyt oku ona...

Hiç yorum yok: