Cumartesi, Temmuz 05, 2008

İyi Ki Doğdun Felsefe

Biliyor musunuz? Bugün Platon'un doğum günüydü.
Doğum günlerini pek kutlamam. Ama bu başka.
Her ne kadar, Muallim-i Evvel için bir mum yakıp, ardından bir dilek tutup, finalde de söndürmek gibi pagan bir inanca uymasam da, sırf onun için bugün Agora'ya indim. Ve ilk kez Platon adını nasıl duyduğumu hatırlamaya çalıştım. Sanırım babam, küçükken bana Platon'la ilgili iki hikaye anlatmıştır.


BİRİNCİ HİKAYE
Küçük Platon civciv beslermiş. Her sabah onları çimenliye çıkarır, yem ve su verir, Güneşin ışınları azalmağa başladığında da toplayıp evine gidermiş. Bu sırada kendisi de bir taşın üzerine oturup, kafasını ellerinin arasına alıp dalıp gidermiş. Ama nedenini bilmediği bir biçimde civcivler her gün birer ikişer eksiliyormuş. Bir gün düşünme uğraşını bırakmış, bir sürü gibi civcivleri gütmeye başlamış. Bakmış, ötede dev ağaçların tepesinde kuluçkaya yatan bir karga her öğlen molasında civcivlerden birini kapıp gidiyor. Platon ses etmemiş. Tekrar civcivlerini toplamış ve evine dönmüş. Bu arada civcivlerin sayısı da 8'e inmiş. Karganın sonuncu civcivini aldığı güne kadar beklemiş ve ondan nasıl adilane bir intikam alması gerektiğini düşünmüş. Ve bulmuş.

Ertesi gün, karganın yuvaladığı ağacın altına gitmiş. Bir tasa su doldurmuş ve ateş yakmak için çevreden odun toplamış. Öte yandan da karganın mola vereceği zamanı kollamaktadır. Nihayet, karga beslenmek için yuvasından ayrıldığı sırada, hemen ağaca tırmanıp, kuşun yumurtalarını almış, suda ateşin üzerinde 10 dakka kadar haşladıktan sonra, tekrar yuvaya bırakmış. Karga beslendikten sonra bıraktığı sıcak yumurtalar üzerine gelip yerleşmiş. Zavallı kuş tüyleri dökülene kadar beklemiş yavrularının çıkmasını. Soğuklar düşünce de dayanamamış ölmüş.

Platon, karganın ne denli kinli ve inatcı bir kuş olduğunu hesaba katarak hayatının ilk felsefi eylemini planlamış.

İKİNCİ HİKAYE
Platon'un filozof olarak bir özelliği var. Söylemesi gereken şeyi en başında söyler, ardından teverruata dalardı. Onun bu özelliğini kavrayan da öğrencisi Aristo.

Günlerden bir gün Aristo şiddetli göz ağrıları geçiriyor. Ne illet etse de bir türlü dinmiyor. Bu arada acının önüne geçmek için elleriyle de gözlerini oyup-oyup okşamaktan vazgeçmemiş. Sonunda annesini sesler ve onu iyice öğütler:

"Bak ana, şimdi Platon'a gideceksin ve durumumu ona aktaracaksın. Onun sana söğleyeceği ilk sözcük önemli. Söylediği ilk şeyi aklında tut ve bana olduğu gibi aktar, gerisini dinlemesen de olur".

Annesi, koşar adım Platona gitmiş ve çocuğunun durumunu anlatmış.

Platon: "Bıktım, şu Aristo'nun elinden" demiş ve başlamış bir takım ilaçlar önermeğe.

Geri dönen anne, Platon'un ilk başta kendisine çok sert tepki verdiğini söyleyerek "Bıktım, şu Aristonun elinden" dediğini söyler ve başlar önerdiği ilaçları sıralamağa.

Bunun üzerine Aristo, annesinden ellerini arkadan bağlaması ister. Kadıncağız bir anlam veremediği oğlunun söylediğine harfiyen uyar. Bir süre sonra göz ağrıları dinen Aristo annesine "göz ağrısının geçmemesinin nedeninin durmadan onları okşayarak iyice rahatsız eden elleri olduğunu" söyler.

Not: Babam bu hikayeleri bana anlatırken Platon için "Eflatun", Aristo için de "Erastun" adını kullanmıştı.

Hiç yorum yok: