Sevgili ...
Petersburg'da beyaz örtü üzerinde sokak geçidi yapıyorum. Karları ezen topuklarımın çıkardığı ezgiler eşliğinde. Beyaz bir dünyanın ortasında yürüyorum. Seninle başka türlü bir hayatın hayellerini kurarak; başka bir dünyanın olmadığını bile bile yürüyorum. Elin elimde, ellerim cebimde; bu aşkı soğuktan ölmemek için paltomla ısıtarak yürüyorum.
Nehrin donmuş ölü yüzü, kesilmiş saçları, uzaktan boğulurcasına bağıran vapurların sesleri; içimdeki tekkenin duvarlarına yansıyan kamera ışıkları dek kalbimin karanlıklarını yarıp geçmekte. Ebeveyinlerine kızıp evden kaçmış bebek gibiyim. O kadar kızgınım ki, tüm dünyayı gezebilirim.
Kar ve cebimdeki demir rubleylerin sesiyle beste yapabilirim. Beyaz hırıltılar arasına sokulan demir hıçkırıkları. Kabusun müziği. Bu müzik benim, kafamda 10 gün içinde bütün paramı nasıl bitirdiğimin final müziği. Param olsaydı, elinde çorba tasıyla dilenen ihtiyar teyzenin bağırsaklarından sıcak çorba treninin geçmesini sağlayabilirdim. Muhtemelen o da kar adam gibi yapay gözlerle bana bakıp: "sbosiba moy sınok" deyip, öğlen için bu defa tencereyle dilenecekti. Aklıma, Türkiye'de seçimlerin birinde kullanılan bir afiş geldi: kendisi iktidarda olduğu halde, Tansu hanım, köylünün boş tenceresini gösterip aş vaat ediyordu. Dünyanın yarından çoğunun boşluğu dolduran insanlardan oluşması ne acı.
Yoldaş İgnatiyev'i görmek; sanırım bu boşluktan kurtarabilir beni. Adetidir, her sabah apartmanın önüne geceden kalma boğazındaki tüm pislikleri derleyip toparlayıp çöp torbası gibi koca bir tükürük halinde bırakmak. Nerde, siyah bir tükürüğü kar örtüsünün içine gömülmüş görsem o yoldan İgnatiyev'in geçtiğini düşünürüm. Beyaz yollarda petrol çukuru gibi açılmış siyah balğamlar; İgnatiyev'in gezegenimize kazandırdığı nimet bu.
Yıl başına günler var. Şehir meydanlarında dev "yolka"lar kurulmağa başlanmış. Her yolkanın dibinde bir Noel baba dileniyor. Bir yudum içmek için "10 rubleye" ihtiyacı var. Çoğu akıl hastası ve para alamadığı zenginleri Stalin'e rapor etmekle tehdit ediyor. Yeni sistemin sokağa salıverdiği eski kurtlar bunlar. Yakalarında Sosyalist Emek rozetleri, ceblerinde Komunist Parti cüzdanları. Çok değil, 20 sene önce kürsülerden Lenin'in meddahlığını yapıyorlardı, şimdi çitayı "10 rubleye" kadar düşürmüşler. "Hitler'i biz yendik" diyor, amca. "Biz olmasaydık Rusya y.. yemişti". "Y..." yememek davası üzerine bir şeyler yemek mücadelesi. Rusya'da sadece karlar beyaz...
Petersburg'da gece de gündüz de aynı renk tonunda. Boğuk bir dünya; boğuk bir hayat; ve yüzlerce romana konuk olacak yaşamlar. Hâlâ bir yerlerde Anna Karen'lerin yaşadığı muhtemel. Bu boğuk yaşamın tek eskiği Dostoyevski'lerinin olmaması.
Derken Sergi Evine kadar gelmişim. Kapısı önünde eski kitaplarını satılığa çıkarmış akademisyenin gündemi hiç değişmez. Hâlâ birilerinin kendisinden Marks, Engels, Lenin, Stalin külliyatlarından birini alacağını bekliyor. Kitapları içinde kayda değer tek eser Fasmer'in Etimoloji sözlüğü. Karşıma çıkan ilk kelime: "hiştan". Açıklaması şöyle: Eski Türkçe "iç don" sözünün Rusça'ya geçmiş biçimi. Alt çamaşırlarını bile Eski Türklere borçlu oldukları bir dünya.
Ellerim üşüyor, daha yazamayacağım. Isınmam gerek...
(gün yok, aralık 2008)
2 yorum:
ayni iklimi solumaktan midir bu kadar yakin seslerle konusmak?
ne konustugunun önemi yok benim icin sadece ifadelerdeki suyun dali sürükleme gücüne denkligi sasirtici geliyor.
kesin havasiyla suyuyla ilgili :)
petrogradlı yaşlı teyze "spasibo" derdi. "sbosiba" demezdi. ama bunun bi önemi yok. evet. nefis yazı.
Yorum Gönder