"Bilim satın almak, gıda satın almaktan daha tehlikelidir"
Sokrates'ten, Platon, Protagoras, 314a.
Bu yazı bir tür sesli düşünmedir. Bir sorunun izini seslice sürdürmektedir. Bunun için önce düşüncenin yerini ayarlamak gerekir. Neyi düşüneceğiz? Bilgi'yi.
Gerek Doğu, gerekse de Batı literatüründe bir "Bilgi Tarihi" çalışmasına rastlanmaz. Her şeyin biliminin yapıldığı çağımızda "Bilgi biliminin" yapılmasından titizlikle uzak durulmaktadır. Oysa bütün bilim epistemoloji'nin yüzeyinde birer kraterdir. Episteme, şeylere verilen adın olgusal geçerliliğini değil, onların düzenini irdeler. Bilgi söz konusu her zaman için düzene ilişkindir. Bugün içinde yaşadığımız ve üzerinde düşündüğümüz bilgi düzeni nihai yapısına XIX. Yüzyılda kavuşup ilerlemektedir. XIX. Yüzyıldan beri insan, olabilirlik koşullarının tarihini yaşmaktadır. Bu çağın gerisinde kalan bütün bilmeler kendi renksiz dünyalarına kapatılmış, ancak olabilirlik koşulları altında izlenimlerin yoluna konulmuştur. Onların kendi içinde belirlediği veya belirgin duran bilgi biçimleri geçmişin karanlık mekânında hapis edilmiştir. Bu mekânı aramanın yolu arkeoloji'dir. Biz öyle bir bilgi mekânda kazı çalışmaları yürüteceğiz ki orada bizim çağın olguları, anlamın yüzeyine vuran örgülü bir tılsım gibi görülecektir.
Modern düşünce bizi çok aptal bir inanışla bilginin saflığı hakkında kandırmıştır. Bu inancın baskısı altında ve bu saflığın büyüsü karşısında biz, bilgilerin ve teorilerin nereden itibaren olanaklı hale geldiklerini, bilginin hangi düzenin mekânında oluştuğunu, bilimlerin şekillenmeye, deneylerin felsefi düşüncelere dönüşmeye, önce çözmek ardından da yok etmek için rasyonelliklerin teşekkül etmeye başladığı hangi tarihsel apriori ve hangi pozitiflik unsurunun içinde fikirlerin görüntülendiklerini bulmaya fırsat vermemektedir. Bilgi bu karanlık zeminin üzerinde açmış çiçek gibi letafetiyle bizi kendi ekseninde cezp etmektedir. Ay'ın Dünya ile kurulu bağlantısı gibi insan, bilgi düzeni içinde kendi karmaşıklığında devamlı içine akıttığı depresyon damlaları ile kocaman bir kendilik ağına dolanmış biçimde bunalım geçirmektedir. Bilgi ile deposu doldurulan bir araç gibi belirsizlik içinde yol almaktadır.Modern insanın geçmişi 200 seneyi aşmamaktadır. İstenildiği kadar kendimizi tarih içindeki kuşaklara ve kültürlere bağlayalım, bizim insanlığımızın insan bilimleri anlamında geçmişi yoktur. Biz, temsillerin ortadan kalktığı koca bir tarihsellik haritası üzerinde yaşamaktayız.
Çehresinden koparılmış bir doğanın, renkleri sökülmüş bir mekânın, yerleri tayin edilebilen kimliklerin, gündemin zindanı içinde tutulan bir dünyanın, bir sanal olgular yığının hiyerarşik piramit düzeni içinde en tabana dizilmiş olarak toprağın göğsüne çarpan ateş tohumları gibi kendi belirsiz geleceğimizi soluklamaktayız. "Amacı olan bir tarihten" (Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" kitabında liberalizmine gönderme) koparılıp "amaçsız tarihin" içine fırlatılmış doğal olmayan bir doğumun ortaya çıkardığı renksiz yüzler gibiyiz. Çehremizi saran, üzerimizde dönüp dolaşan yaşam, bizi çalan, başkalaştıran seyyareler (uzaylılar) sonlandırılmış tarihin bize ilişkin sorunları olan insan türü kimliklerin kontrolü altına alınmıştır. Biz yönlendirilmiş bu inancın birer kör ve iştahlı maymunları olarak adak sıramızı beklemekteyiz.
Buraya kadar söylenenler bilgiye ilişkin düzenin bir canlı türleri olarak kendi zehirlenmişliğimizi yüzümüze kusmaktan ibarettir. Sesli düşünmenin tiksinç olan yönü bundandır. Bu alışık olmadığımız yüzlerin cenabet sarhoşluğu bizim zekâmızın tuhaf ürünleridir. Artık bu düzenin mekânını kazmaya başlamanın sırası gelmiştir. Arkeolojinin bize sunacağı yeni bulguları bu düzenin bilimlerine kaptırmadan bunu nasıl yapabiliriz? Buna inanmak bile güç. Bunun için önce modern anlamda şu 200 yıllık canavarı öldürmek gerekebilir. Onu adam akıllı bir idam sehpasına germek, uzuvlarını doğramak, etini kemiklerinden ayırmak, ellerini ve ayaklarını kesip karnına yerleştirmek, kafasını ibret-i alem olsun diye teşhir etmek kutsallığına katlanılabilir. Bu yolda her türlü yaşam kaybedilebilir. Bunun için Allah'ın ipine sarılmak birincil koşul olabilir, bütün inandırılmış olduklarımızdan sıyrılırcasına. Bu, çiğ süt tatmış ağzımızı burada açalım ve sesli düşüncemizi konuşarak sürdürelim. Bizi dinleyen kulakların pasını beyinlerine akıtırcasına.Bir vahyi duymaya çalışalım. "Yararlandıkları şey kendilerini azaptan çekip almaya yaramadı" (Kur'an: 27/207). İnsana yararsızlık olarak geri dönen şey, yerleri değiştirilen bir mekân içinde düzene bağımlı dil ve dilbiliminin, doğa tarihi ve biyolojinin, zenginliklerin ve ekonomik politiğin içinde nezle gibi çoğalan bilgilerin pozitif dayanağına tutunmuş şeylerdir. Bu şeyler adlarının sabitliğine rağmen anlamları değiştirilerek bir düzen içinde yerleri kendi gereksinimleri dışında belirlenmiş bilmelerin tepkisi alınmış olgulara dönüştürülmüştür. İnsan elinin tayin edilebilirlik gücü altında kendi geçmişlerinden sökülüp alınmış yeni bilgi oyunları içinde yeni biçime kavuşturulmuşlardır. Salt insansı olan bu olguların baskısının yoğunlukları ile onları bize sunan anlamları ile değil, bizim onlara dayattığımız anlamlarla tanımamıza neden olmuştur. Aslında bu bilgi bizim kendimizi onlara oldukça vahşi bir biçimde tanıtmamıza yol açmıştır. Doğa, insanın vahşi özellikleriyle beslenen bilmelerin esiri olmuştur. Dil ve dilbilim, biyoloji, ekonomi kancalarca, bu yaranmış değerler insan tarafından insan bilimlerince yeniden yaratılmanın deney alanına sokulmuştur. İnsan giriştiği sınıf mücadelesinde (Marksist anlayışta) kendi sınıfsal çoğullarını teke indirgerken savaşılacak yegâne güç olarak tabiatı seçmiştir. Adeta, doğa üzerinde Tanrı'nın haklarına göz dikercesine "Düşünüyorum o halde varım" (Kartezyen anlayış) düşlemi ile bütün varlıkların varlık değerini ancak kendi düşüncesine bağlamıştır, Newtoncu bir söylemle belirgin olanın belirlenmesinde bir çekim aramıştır. Bu dengesi insanın pozitif aklına bağlı adalet prensibi içinde olgular kendi ahenkleri içinde insanlaştırılmışlardır. Söylemi kendine ilişkin bir bilgi mekanizması ile başkalaşmanın yeni canlı örnekleri ortaya konulmuştur. Deneme yollarının çoğaltılması, deneyin salt insana özgü verimliliği üzerinde merkezleştirilmiştir. Dünya politik olmanın yanında, bir de son 200 yılda her anlamda her bireye tanınan adem-i merkeziyetçi bilincin çoğulcu ve demokratik sanal düşlemi içinde aslında düzenin tek belirleyici diktatörlüğüne bağlanarak değiştirilmiş bir gelişimin geliştirilmiş bir değişimi alanına sokulmuştur. Artık 200 yılın öncesinde kalan söylemler, düşünceler, fikirler, algılar, insanlar ve ilişkiler bu 200 yılın değerler tablosu içinde tanımlanmaya başlamışlardır. Bizim geçmişe ilişkin bütün bildiklerimiz boğazımızdan aşağıya inmeyen av gibi gırtlağımızda düğümlenmiştir. Peki, bu süreci başlatan zaman ve anlayışlar nasıl gelişti ve pekişti?
Dünya tarihi kadar dünya anlayışımızı da şekillendiren şey, XVIII-XIX. Yüzyıllar dönemecinde pozitiflik sistemlerinin kitlesel bir şekil almasına bağlıdır. Bu dönemde İnsan zekâsının Big-Beng'i patlar ve İnsan aklının ateşi dünyayı esir alır. Topyekûn bir çözümleler süreci başlar, temsilin alanı işgal edilir, simgelerin anlamı kırılıp atılır, inancın evi adeta yağmalanmaya koyulur. Bu dönemde Kıta ve Ada Avrupa'sında siyasi değerler yeni ekonomik gelişmelerin çekirdeğinde yeşermeye başlar, doğa biyolojik bakışın güdümüne girer, şeylerin var oluş tarzı bozulur, deneyin alanı genişlerken denetim kolları çoğaltılır, eski bilginin duvarları sökülüp atılır, her şey bir tarihsel değerler bütünü içinde görülmeye, zamansal bakışın yanı sıra bir verimlilik olgusuna bağlanmaya başlanılır. Bu dönemden itibaren dilin ve dilbilimin değişmeye başladığını, doğa tarihinin ve biyolojinin çözümlemeler sunmaya giriştiğini, zenginlik anlayışımızın değişip ekonomik politiğin temelinde duran mekanı ele geçirdiğini ve insanın pozitif kaygılar ağına sarılmaya başladığını görürüz. Bu süreçte, Cuvier (mukayeseli anatomi tezinin kurucusu), Darvin (evrim teorisinin kurucusu), Tournefort, Linné ve Buffon (cebir, doğal tarih tezlerinin öncüleri) bizim için taşlamamız gereken insanlaştırılmış birer şeytana dönüştürülürken, gerçekte bu düzenin çok daha arka planında yatan şeytanlar unutturulmuştur. Bunlar Bauzée (genel dilbilim kuramcısı), Véron de Fortbonnais, Turgot, Law (ekonomi politiğin belli başlı kuramcıları) gibi modern bilginin yeni kökenbilimsel mekânını düzene çeviren isimlerdir. Biz Darvin'in düzmece kehanetleri ile oyalanırken Bauzée'nin dil anlayışımızı nasıl değiştiğini, şeylere hangi anlamları yükleyerek hitap edeceğimiz bir dilbilim mantığı ile düşündüğümüzü görmez olduk. Descartes'le merkeze oturtulan insan XIX. Yüzyılda biyoloji, filoloji ve ekonomi ile üç epistemolojik bölge tanımlayarak bizzat kendisi tepede olmak üzere her şeyi bu alana ve bu alanın alt başlıklarını oluşturan bilimler alanına çekmiştir. Bir sonraki sahnede, biyolojinin bir gen bilimine, politik anlamda genin kutsanmışlığı olarak millet anlayışının oluşumuna; ekonominin zenginliklerin politik güce, politik gücün insanı değişmeye; filolojinin dil tanımlamalarına, dilbilim için göstergeler oyununa ve insanın kelime ve şeylerin gerçek anlamlarını unutarak başkalaşmış bir değer bütünlüğü içinde şeyleri algılamasına neden olacaktır. Batı adeta "amaçlı bir tarihi" adım adım değiştirerek dünyayı yutmaya, yuttuğu kadarıyla da yeniden yaratılmış değerleri ile kusarak yaratmaya (aslında zehirlemeye) başlamıştır. Marksizm, Nazizm, Sadizm bütün bu söylemler dilsel büyüler içinde birer tezat ve renkli bir süslemeler olarak insanın görünür dünyasını karıştırmıştır. Bütün bu olup bitenlere birde yaşam adına, ayakta durabilmek pahasına Doğu toplumlarının üstünkörü bu bilgiye atlamasıyla dünya vahiyden beslenen kendi anlamsal değerini yitirerek, içi boşaltılmış bir inancın göksel gölgesinde sahipsizce yuvarlanmaya başlamıştır.
Batı Bilgisi üzerinde gerçekleştireceğimiz bu arkeoloji kazıntı sonucunda bugün bizi aşılayarak çoğaltan bilginin karanlık kendilik (Sokrates'in "kendini bil" söyleminin insanı kendi kendinde parçalama içgüdüsüne dönüştürülmesi) zeminini delerek kendi vahiysel dünyamızda gezinebiliriz. Bu arkeoloji sonucunda kendi inançsal değerlerimizi gerçek inancımızla şekillenecek bilgi ve bilimlerin zemininde oluşturarak artık Batı'da ölümü çoktan onaylanmış insanın kendi içinde çoğalarak yok oluşunu durdurabiliriz. Bu konuştuğumuz dili geri çevirmek, yaşadığımız zamanı geri döndürmek, şeylerin kendilerine ilişkin tanımlama değerini olgularla kendilerine sunmak gibi bir eskiye dönüş işlemi ile değil, salt anlamda vahisel bilgide yeni baştan "insani yetkini sorumluluklarının" yerini belirleyerek varlıkların bu bilgi içinde düzenini değerlendirerek olanaklı hale gelebilir ancak.
Ne yaptık? Sadece sorular sorduk. Soruların, sorgulama etkisi ile bizzat insandan öte bütün değerlerin - ki insanın da bu değerler içinde bir değer olduğunu hesaba katarak - tüketildiği ve hatta yok edildiği bilgi düzenini yargıladık. Her sorunun bir yaralama olduğunu düşünerek sesli biçimde düşüncemizi duyurduk. Artık yorulmamak için bir süreliğine soluklanabiliriz.
Bu yazı ile neye karar verebilirsiniz?
Hiçbir şeye.
Peki, bu yazı ile neyi düşünebilirsiniz?
Her şeyi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder