Perşembe, Mayıs 19, 2011

Bu yaka

Dalmıştım..., söylenenleri duymuyordum.., kulaklarımı sokaktan koparmıştım.
Öylece bir banka çöktüm. Kafamı sırtıma doğru çevirip gök yüzüne baktım. Beyaz tombiş bulutların sırıttığını gördüm. Güneşi kıskandırıyorlardı. Ortaokul yıllarında beyaz önlüklü kız arkadaşlarımıza benziyorlardı. Taş gibiydim. Bakışlarımı bir uydu gibi uzaya fırlatmış, istasyon gibi bekliyordum.

Lena’nın kıyısında İstanbul’u hayal etmek. Çernşevskinin kahramınının kendini vurduğu köprüde ben hayalimde Altunzade’den Beşktaş’a gidiyordum. Sevgili Faruk’la öyle anlaşmıştık. İskelenin orada buluşup, Kabalçı’ya geçecek, birkaç saatlığına kitapları karıştıracaktık. Sonra Çarşı’nın oralarda içerilere doğru kaybolup, birer şişe bira içecektik. Mukaddes abilerimize gözükmeden, yapacaktık bir günah eylemi, daha. Sonra çevremizde sürten yaşamdan kopup, sorular soracaktık kendimize.

Sevgili Cevanşir (bana böyle seslenirdi), diye başlayacaktı söze. Parmaklarının arasına Muratti sigarasını alıp, siyah dumanı cigerlerinde temizledikten sonra beyaz bulutlar gibi burnundan dünyaya salıverecekti. Bense, neden hala patates gipsinin gelmediği merak edecektim. Çünkü, kızartılmış patatesler olmadan sevimsizdi bira.

“Bu yaka” lanetli bir gazeteydi. Sevgili Muhammed’i Aydın Doğan yapacak uzun yolun ilk merdiveni. Bay ideolog kısmında ben, Melike, Faruk, sevgili Duutur, şimdi ismini hatırlamadığım birkaç bayan arkadaş Derya dağıtımcılıkta kendi kaderimizin dibini kazıyorduk. İnsanlık için yeni bir şey keşfediyorduk. Bir boka da benzemedi zaten... Hep boğazımızda kaldı, hayallerimiz. Kansere dönüştü içimizde...

Neredesiniz, dostlarım. Söyleyin nerede? Lanet değil de, ne bu?
Faruk’u toprak aldı, ötekini yaşam, diğerleri kayboldu. Beni soracak olursanız, her geçen gün biraz daha batıyorum. Derya dağıtımcılıkta boğulmak için buluştuk sanki... İntihar etmek için... Kendi Mun tarikatımızın toplu cinayetini gerçekleştirmek için...

- İzviniti pajalusta? – kesti hayal yolçuluğumu ihtiyar kadın. Benim gibi dünyaya küsmüş bir karışlık suratıyla hafif yana kaymamı istiyordu.

Yana kaymak mı?
Hiç merkezde olmadım ki? Yaşamın hep kıyısından baktım, bir delikten, bir koğuştan, dünyaya.

Ölmemeliydin dostum. Ölmemeliydi. Neden amma. Neden yaptın ki ... Neden istedin ki... Yüzün içimde leke gibi duruyor.

Fahri abinin uçurtma şenliğini hatırlıyor musun? Resimleri hâlâ duruyor bende. Ya çingene kızı Eda’yı. Tanrım, sen juri başakanı oldun, nasıl olduysa... Sanırım üniformanı çalmıştın. Yoksa, Ormanlı nah seni yerel gazeteçiler tahtına oturturdu.

Hafif yakınımda Andre Rieu’nun The Second Waltz’i işitiliyor. Dokunma diyor, bana. Dokunma hayallere. Kopartma içindeki yarayı. Açma üstünü içindeki mezarın. Bırak uyusun çocuk. Şimdi en çok olmak istediği yerdedir. Huzurludur, rahatır, sessizdir ve ve senden daha bilgilidir. Sen ara biraz daha... Ara... ara... Bir ihtimal bulursun...

Korkuyorum dostum. İnan bana korkuyorum... Senden sonra daha bir arttı korkularım. Daha da çoğaldı... Uyumaktan korkuyorum, konuşmaktan, ölmekten...

Tüm sevdiklerimi kanser aldı elimden. Babaannemi, ortaokul arkadaşım Yusufu, sevgilimi, seni... Bir salgının ortasında ada gibi kalmak. Ve çember her geçen gün biraz daha daralıyor. Sağ gözümü kaybettim. Kimseye belli etmiyorum ama, artık görmüyorum. Kafamda şiddetli ağrılar...

Beni de sev Rabbim. Benim seni sevdiyimden daha çok... Affet beni...
Ben hep iyi biri olmak istedim... Sadece yapamadım... Yapmadım...

İçimi sel götürüyor.

Çok zevgli adam olmalı şu yakınımdakı kafenin sahibi. Durmadan fransızca bir şeyler seslendiriyor. Keşke şarkılar gibi bizde fransız kalsak her şeye...

Keşke Rakıb amcanın meyhanesinde olsak. Dinlesek Müzeyyeni, Selamsızda...

Akşam oldu hüzünlendim ben yine,
Hasret kaldım, gözlerinin rengine.
Ahhhhh...
Gelmez sandım, gel sevgilim gel yine,
Hasret kaldım, gözlerinin rengine.
Ahhhhh...
.........
Yaraların çok derin,
sonu yok bu kederin,
Kendime seçtim yar,
şimdi odur ellerim...

Saramadım el gibi,
tatlı bir amel gibi,
Gönlümü deldi geçti,
yıkıp giden tel gibi...
.........
Pencereden kuş uçtu,
Yandı yürek tutuştu,
Bizim böyle olmamıza,
Komşular sebep oldu...

Bizim böyle olmamıza, yaşam sebep oldu, be dostum... yaşam sebep oldu...
- Birer şişe daha alalım mı? Ne dersin? Zaten ne demişler: “İçelim kendimizden geçelim”.
- Olur abi...

Lanet olsun Bolşeviklere. Allah topunun belasını versin... Kapus oldu sosyalizm bize... Hepimizi bir parça yontarak eşitledi... Bir parça keserek, bir parça kıyarak, bir parça budayarak...

- Eşref abi! Koyar mısın Müzeyyenden bir parça daha...

Şarkılar savuruyor kalbimi... Sözler parça parça söküyor beni. Azalıyorum. Dolmuyor boşluğun. Terk edildim. Kaçırıldım. Çalındım. Kirletildim.

Ey sarivan! Ey haniman! Ey daima hoca-yi mi-veri,
Ha hordeni, ey daimend! Can-i dil-i meram-i veri.

Ey elerim! Kopma benden! Beni bırakma! Yaz isteklerimi... Öldür, avuçlarında kederi, acını...

Ey gözyaşlarım! Akma benden... Kaybolma göğsümden. Buz kes içimde. Isınma... erime... Gömme sulara beni.

3 yorum:

Kâni Çınar dedi ki...

Şarkılardan başka sözler dokunmuyor modernleşmiş yüreklere. Bu Yaka'da olanlara selam: http://www.youtube.com/watch?v=JkZ952AgTbM

carson McCullers dedi ki...

'ruhunun bu kadar acı içinde olduğunu bilmiyordum... Derviş ve Ölüm'de böyle bir cümle vardı sanki ve ben bunu senin için söyleyeceğimi ummazdım...

çok üzgünüm...

eski bi dost sadece....

ozmelly dedi ki...

marmara.. ne demeli şimdi nerden başlamalı.. yıllardır evet yıllardır bakmıyorum ne sana ne de kendime.. hayalettime baktım, sen yanda duruyordun, hala yazıyormuydun bunu bile bilmiyordum.. ve bu yazı çağırdı beni resmen ve şimdi göz yaşlarımı tutamıyorum gerçekten kaderimizi mi kazdık.. çok acı.. daha fazla yazamayacağım ama benim de çok acı çektiğimi ve sizleri hala çok sevdiğimi ve özlediğimi bil.. keşke.. melike