Salı, Mayıs 16, 2006

Burjuvazinin Das Kapitali Üzerine Bir Sieyes


Burjuva sınıfının ve toplumunun oluşumu Batı’da “ulus”un oluşumudur. İşlevsel sermaye akılcı ve uluscu sermaye üzerine kurulmuştur. Bunun içinde akıl anlamında bir entelektüel gücü, ulus anlamında da sınırları belirlenmiş aynı dili konuşan bir ulusu kendi bekası için zorunlu görmektedir. Bu anlamda bilim ve onun kuramcısı olan entelektüel Batı’da sermaye odaklı bir yeni gelişimin içinde yer almıştır. Kralcı sermayenin, yani klasik anlamda hazine gücünün yanında olmamasının başlıca gerekçesi bu yapılarda enteleküelin varlığının korunaksızlığıdır. Aydın da çıkarcıdır, sermayedar kadar. Uzlaşı tek taraflı değildir bu anlamda. Bilimsel olgular ve bütünler, toplusal yapılanmalar ve çıkarlar, parasal güçler ve kaynaklar burjuva iktidar anlayışının birbirine bağlı basamaklarını oluşturmaktadır.

Burjuvazinin “Das Kapitali”ni yazan bir papazdır: Emmanuel Sieyes. Onun için, bütün çağdaşları “Burjuva Devriminin kendisidir” demekle bu mülhit zekanın hakkını teslim etmişlerdir. Batılı bir düşünüre göre, “Büyük Fransız Burjuva ihtilali Sieyes ile başlar ve Sieyes ile tamamlanır”. Marsel Prélot bu konuda ne denli tarafsız kalsa da onun için şu ifadeleri kullanmaktan kaçınamamıştır: “Sieyes olmasaydı devrim, konsüllük ve imparatorluk olmazdı diyemeyeceğim, ama muhakkak durum bambaşka bir gelişim izlerdi”.

Çağdaş düşüncemizin sınır ötesinde kalmış bu zekanın, burjuva toplum düşüncesinin Marks’ı olduğunu söylemekte hiçbir sakınca göremiyorum. Bütün anlamlarıyla ilk kes o, burjuva toplumunun varlık gerekçesini netlikle ortaya koymuştur. Bugünkü bilim, entelektüel, iktidar söylemlerini tanımak için Sieyes’siz bir adım bile atamayız. Ve en önemlisi Sieyes, mevcut zaman, tarih, yargı ve idare anlayışımızın fikir babasıdır.

Emmanuel Sieyes, 1748 yılında Frejus’da doğdu. Varlıklı bir aileden geliyordu. Babasının zoruyla papaz oldu. 1787 yılında da Orléans Meclisine papaz temsilcisi olarak seçildi. Konumu gereği en üstün bir mevkide bulunuyordu; ama bolluk göz çıkarabiliyor Batı; öyle de oldu. Hem de ne öyle? Bütün Avrupa’yı yeni baştan canlandıran ve şekillendiren filiz meğer bu papazın beyninde tohum salmış. Modern Batı, mülhit bir papazın zakasında XVIII. Yüzyılın karanlıklarında oluşan bir kıta anlayışının kopyası adeta.

Sieyes’in siyasal gündem sorunlarına ve tartışmalara katılması 1788 yılında başlar. Sıkça Paris’e giderek devrimçi derneklerde konuşmalar yapıp kendi “toplumsal sanat” dediği görüşlerini açıklar. “Tiers Etat” adıyla üç broşürden oluşan eserini yazar. İlk ikisi üzerinde adı yazılmazken, üçüncü broşürde adı ve bir din adamı olduğu belirtilmiştir.

Toplumsal Sanat
Toplumsal Sanat nedir? Sieyes’e göre, “ulusların mutluluğunu artırma ve sağlama sanatıdır”. Bu ancak bütün hakları teslim edilmiş veya bütün haklarını kendi tekelinde toplamış ulusun oluşumuyla mümkündür. Ulus herşeyi belirleyici ve her şeyi değiştirici güçtür. Ulusu belirleyecek herhangi bir kuvvet ve zorunluluk düşünülemez. Hükümetler, ancak kendi varlığını borçlu olduğu yasaları saydığı sürece meşrudur; Ulus ise kendi varlığını hiçbir şeye borçlu olmadığı gibi, daima meşrudur ve meşruluğun tek kaynağıdır. Ulus kendi siyasal toplumunu kurma haklarına sahiptir.

Siyasal Toplum
Siyasal toplum nedir? Sieyes’e göre, siyasal toplumun kurulmasının üç aşaması vardır: 1. Kişisel İrada: kişiler kendi aralarında birleşir; bu birleşmeyi istemek bir ulusun oluşum biçimidir. Birleşme kişisel iradelerin anlaşmasıyla mümkündür. O halde iktidarın kaynağı budur. 2. Ortak İrade: Kendi arasında birleşen kişiler kamunun gereksinimlerini belirlemek için birbirine danışırlar. Bu durumda da iktidar kişisel iradeden çıkıp kamunun olur, yani ortak iradeye dayanır. 3. Temsili İrade: Ulusa katılan kişilerin çoğalması onların doğrudan doğruya ortak iradeye katılamayacağını ortaya çıkardığı için temsili iradeye başvurulur. Böylece toplum kendi iradesinin temsilen yönetilmesini sağlar, ama istediği zaman bunu geri alabilir. Bu işlemi anayasa yapacaktır.

Anayasa
Anayasa yasama ve yürütme kurulunun örgütünü ve işlemlerini ayarlar. Burada yetki kendi haklarının ortak iradesini yürütecek temsilcilerin değil, temsilcileri işbaşına getiren ulusundur. Anayasayı belirleyen güç ulustur. Anayasa ulusu ortak iradeye bağlayan bir yasal gerekçedir.

Ulus
Ulus nedir? Ulus herkesin katıldığı, ayrıcalıkların olmadığı bir topluluktur. Ulusu bağlayacak hiçbir güç ve zorunluluk yoktur. Onun birşey istemesi birşeyin meşruluğu için yeterlidir. Bir anayasaya bağlı olmak ulusun bütün özgürlüğünü elinden kaçırdığı anlamına gelmez. Ulus kendisi dışında bir varlık tanımayacağına göre, hatta böyle bir varlık olmadığına göre, kendi kendisiyle sözleşmeye girmez. Böyle olsa dahi, sözleşmeye katılanlar aynı iradenin parçaları olduğu için bu irade de sözleşmenin bir parçası olmaktadır. Sieyes şöyle diyor: “Bir ulus hiçbir biçimde bağımsızlığını kaybetmez; yazılı hukukun yüce başı ve kaynağı olduğu için iradesini şu ve bu biçimde belirtmesi, bu irade karşısında bütün yazılı hukukların silinmesine yeter”.

Ulusun Sesi
Peki ulus sesini nasıl duyuracak? Olağanüstü temsilcilerini seçerek. Seçilen temsilciler ulus iradesinin tümünü temsil edemezler, ancak belli bir anlaşmazlık üzerinde karar vermeye yetkindirler. Olağan temsilciler seçerken hiçbir ayrıcalık gözetilmeyecektir. Seçmenlik hakkı ise eşit olarak her yurttaşa tanınacaktır. Temsilci hakkını elinde bulunduran kendisine dokunmazlık sağlamaz mı? Hayır, çünkü temsilci olma hakkı ona sadece kamudaki anlaşmazlıkları gidermesi için verilmiştir.

Eşitlik
Sieyes’e göre, “bütün ayrıcalıkların amacı, bir insana, belli bir yasa karşısında dokunulmazlık tanımak veya yasalarca yasaklanmayan bir şey üzerinde ayrı bir hak tanımaktır”. Eşitlik “başkasına zarar vermeyeceksin” üzerine kuruludur. Bütün yasalar bu prensibin işlemesinden doğar. Bu yüzden iyi ve kötü yasalar vardır. Yasanın engel olmadığını yapmak herkesin hakkıdır. Toplum içinde bir veya birkaç kişiye yasa karşısında dokunulmazlık tanınmışsa eğer bu ona “başkasına zarar verebilirsin” demektir. Bir yasa ya iyidir, ya da kötüdür. İyiyse herkesin uyması gerekir, kötüyse de insan özgürlüğünü baltaladığı için biran önce kaldırılması gerekmektedir.

Halk ve İdare
Sieyes bu kavramı “üçüncü sınıf” dediği toplum veya halk üzerinden tanımlar. Üçüncü sınıf nedir? Sieyes bunu üç bölümde irdeler: 1. Üçüncü sınıf nedir? Herşey; 2. Siyasal düzende bugüne kadar neydi? Hiçbir şey; 3. İstediği nedir? Birşey.

Üçüncü sınıf aslında ulusun her şeyi, doğrudan doğruya kendisidir. Ulus demek, ortak bir düzene, ortak yasalara uyanların topluluğu demktir. Üçüncü sınıfın istediği birşeyler olabilmektir. Halkın öyle aşırı dilekleri yok, insan gibi yaşamak, insani haklarının korunmasını istemektedir. Ancak halk aldatılabilir. Bunun içinde halkın kendi cesaret ve bilgisinden başka güveneceği hiçbir şeyi yoktur. Peki ne olacak? Halk kendi Üçüncü Meclisini seçecektir. Ama Üçüncü Meclis soylularsız ve din adamları olmadan seçilemez diyeceksiniz. Daha iyi ya. Halk Genel Meclis kuramazsa Millet Meclisi kurar.

Sieyes’in Toplumsal Kuramının Özeti
1. Ulus doğal bir varlıktır.
2. Her iktidarın bir nedeni vardır.
3. Ulusun bağımsızlık iradesine egemenlik denilir.
4. Ancak bu egemenliği ulusun kendisi doğrudan doğruya kullanamaz.
5. Anayasa yoluyla temsilcilere aktarır.
6. Temsilcilerin yetkileri anayasayla sınırlandırılmıştır.
7. Bu anayasa kendiliğinden değiştirlemez.
Buradan da ulusun ortak iradesi doğmaktadır. Ulusun ortak iradesi ise dörde bölünmektedir:
1. Kurucu İrade: anlaşmazlıkları çözümler;
2. Dileme İradesi: halkın dileklerini dinler;
3. Yönetim İradesi: yürütme işini üzerine alır ve yasalar sunar;
4. Tasama İradesi: yasaları hazırlar.

Sieyes’in Kuramının Eleştirisi
Bu haliyle bakıldığında kendi içinde mükemmel gibi gözüken Sieyes’in “toplumsal” söylemi bazı boşluklarla doludur. Sieyes her şeyden önce oligarşiyi desteklemektedir. Onun kuramındaki bağlar kralcı iktidar düzeninin değişmesi ve ulus kimliğinin oturuşmasıdır. Ulus kimliğinin kuramcısı ise yeni sermaye akımının işletmecileridir. Ulusu öncelik olarak görür, çünkü ulusal kimliği devşirdikçe kendi temsili kimliği de işler. Sieyes toplumun yönetimsel gücü derken “cesaret ve bilgiden” söz eder. Bilgi toplumu, bilimsel olgular üzerinden hareket eden toplum demektir. Bilimin amacı ise yararlanmaktır. Sieyes şöyle der: “Yararlanmak istediğimiz herhangi bir bilim dalını kendi dar sınırları içinde bırakmayacağız. O zaman hiçbir verimli sonuç alamayız. Düşünce alanında gerçek bir işbirliğine varmak istiyorsak çeşitli bilimler arasında karşılıklı bağlar kurmak zorundayız”. Sieyes burada “yararlanmak” düşüncesini ortaya atmaktadır. Yararlanmak burjuvazinin birincil gerekçesidir. Yararlanmak içinde “yaratmak” olgusu gerekmektedir. O halde bunu yapacak olanda bilimdir. Yararlanmanın ölçüsü yaratmak olduğundan, ancak o şekilde verim sağlanılmaktadır. Verimin sağlanılması içinde bilimi bir güç olarak kullanmak gerekecektir. Bunun içinde insanı öğrenmek şarttır. Sieyes “insanı öğrenmek ve insanı anlamak zorundayız” demektedir. Bu da “mantık ve akılla” mümkündür. Peki bu akılsal değer neye bağlı kalmalıdır? Sieyes’e göre, “toplum sanatını yaratacak olan kişi günün ve geçmişin örneklerinden başını kaldıramazsa çeşitli kalıplar içinde bulanıp kalacaktır”. Çünkü hiçbir çağın koşulları başka bir çağa uymaz. Toplumsal sanatta zamansal değerler önemlidir. Toplum değeleri her daim yaratılış içindedir. Ancak bu şekilde kendi kendimizi aşabiliriz. Kuracağımız mantık düzeni akılla mümkündür. Bilime dayanmayan politika – burasına dikkat – düzeni uzun süre yaşayamaz. İşte, burjuvazinin “Das Kapitali” veya “Kavgam”ı elinizin aldındadır: Sieyes ve onun “Tiers Etat”ı.

Hiç yorum yok: