Çarşamba, Şubat 22, 2006

İnsanı Yönetmenin Teknikleri I


Ortaçağlarda gerek Doğu’da, gerekse Batı’da kurulu olan ve adına Hakikat Rejimi diyebileceğimiz bir düzen mevcuttu. Bu düzenin fikri, ahlaki, sosyal savunmacılığını yapanlara ise Söylem Cemaatleri denilmekteydi. Bu düzeni Batı’da adına Tarihsel Zaman denilen epistemolojik anlayış bozdu. Söz gelimi Hakikat Rejimi’nde birkaç boyutu olan iki kavram dikkati çeker: egzomolojez ve egzagorözis. Birinci kavram bir yandan hakikati açıklarken, diğer yandan da onun özne tarafından benimsenmesini sağlardı. Egzomolojez inanmakla birlikte, inancın gerçekliğini de olumlamaktaydı. Ancak bu olumlama işleminde olumlanan şey bir olumlama nesnesine dönüştürülür ve bunu herkesin gözü önünde yapardı. Bu işlem bir vurguyla yapılmaktaydı. Yani olumlanan nesne, öznenin ona ve onun sonuçlarına bağlanmasıyla gerçekleştirilmekteydi. Örnek vermek gerekirse günah’ı ele alalım. Günahı her kes işler ve herkesin günahı ve günahları vardır. Bu egzomolojezin ancak inanç boyutunu içerir. Ancak bunu bir rejime dönüştürmek gerekmektedir. Günah çıkartmak veya tövbe etmek bunu sağlar. Günah varsa, günahtan kurtulmakta var. İşte bu kurtuluş işlemleri egzomolojezi içerir. İkinci kavram ise egzagorözis’tir. Bu, özne veya kişinin dinsel anlamda kendisinden daha kıdemli olan bir başkasına bağlanmasını, onun zoruyla kendi vicdanını sorgulamasını ve yalansız bir biçimde itirafı işlemlerini tanımlamaktadır. Yani günah var, günahtan kurtuluş da varsa, bu kurtuluşun izlenecek bir yolu da vardır. Anlayacağımız, Müslümanlıkta nefsi öldürme işlemi bir egzomolojez, nefsi öldürme işlemlerinin ifadesi ise egzagorözis’dir. İşte, Ortaçağ’da insanı yönetmenin en tipik modeli. Buna Hakikat Rejimi denilmektedir. Bu rejim Hıristiyanlıkta kilise, İslam’da ise mezhep ve tarikatlar düzeninde görüntülenmektedir. Olgular hakikati ele veriyor olabilir, ama işlemler insanîdir. Bu yapının meşruluğunu sağlayacak olan Söylem Cemaatleri’dir. Bu cemaatlerin amacı söylemleri korumak ve üretmektir. Yani, söylemlerin duyarlılıklarını açmak ve gizlemek, belli kurallar uyarınca yönlendirmek, söylemin ipini elde tutmak ve söylemi anlamını asla yitirmeyecek şekilde dağıtmaktır. Bir tür giz ve ifşa mekanizması olarak da düşünülebilir. Ortaçağ’da insanı yönetmenin tekniği kabaca budur. Bu dönemin bütün soysal, siyasal, hukuki yapısı bu epistemolojik kurgu üzerine oturtulmuştur. Tezat gibi görülen şeyler bile bu yapı içinde bir anlam ifade etmektedirler. Bu epistemolojik yapı her haliyle dinsel bir kurama dayanmaktaydı. Gerek Hıristiyan, gerek Müslüman olsun, yönetimi sağlamak için olguları insana yönelik biçimde belli bir mekanizma içinde işlevini sağlamaktır. Ama bu Ortaçağlar için eşsiz gibi gözüken yönetim biçimi insan kimliğine yapılan yeni atıflarla kabalaştı; önce kilisenin iktidarı devrildi, ardından da Batı’daki gelişmeler doğrultusunda Doğu’daki yönetim biçimleri şekil değiştirmek zorunda kaldılar.

Bu yapının yerini alan epistemolojik söylem ise Tarihsel Zaman’dır. Bu yapının egemen olması için bazı aşamalar gerekmiştir. İlk aşama Simge’lerin yıkımıdır. Hakikat Rejiminde simge önemlidir ve hatta Tanrısaldır. Rejim kendisini simgelerin gücüne dayatmaktadır, daha doğrusu sığınmaktadır. Simge anlamın içinden evirilip çıktığı bir kalıptır. İbn Haldun’dan bir örnekle bu açıklayalım. “Devlet’te insan gibidir; doğar, büyür ve ölür”. Burada devletin yaşamına simge teşkil eden insanın yaşamıdır. İnsanın yaşamı devletin varlığı için simgeleşmiştir. Veya tıp bilimsel bir açıklamaya bakalım. Ortaçağ tıp anlayışında başı ağrıyana doktorlar ceviz yemesini önerirdi. Çünkü cevizin içi beyinin yapısını andırmaktadır. Yani burada ceviz faydalarından ziyade simgesel bir konum arz etmektedir. Veya çok daha manidar bir misal. Ortaçağda Haçlı seferleri sırasında bir uygulama mevcuttu. Buna göre papa Avrupa şehirlerinin sokaklarına demirden yapılmış kocaman bağış kutuları yerleştirmişti. Kutuya para atan içerden gelen para sesini duyarsa cennete gidecekti, sesin gelmemesi ise cehenneme gideceğinin alametiydi. Bu bir Ortaçağlara özgü yolsuzluk işlemi olsa da, buradaki para sesi simgedir. Cennet ve cehennemin simgesi. Ancak, simge kalıcı değildir. Güçlere göre anlamları da değişmektedir. Bunun için de Temsil’e geçildi. Yani Tanrısal betimlemeler olan simgelerden vazgeçilip, onun yerine her şeyin bir şeyi temsil edişinin anlamı getirtildi. Bu özellikle sosyal alanlarda yoğun biçimde uygulandı. Örneğin, kötü kadın veya hayat kadını her toplumda vardır. Neden var ve ne gerekçelerden var burası konu değildir. Konu şudur: kötü kadın ahlaksızlığı temsil etmektedir. Veya Güneş nurun, sevgilileri baştan çıkarma çapkınlığın, iktidar tanrının temsilidir. Öyle sanıyorum gerek İslamî Doğu’ya, gerekse de Hıristiyan Batı’ya temsil düzenini getirenler Göçebeler, özellikle de Türkler ve Moğollar olmuşlardır. Çünkü temsilin en yoğun biçimi sok daha eskilerde bu toplumlarda görülmektedir. Türk devlet anlayışı adeta temsil üzerine kurulmuştur. Basit bir örneği: “Hükümdar, yeryüzünde Tanrının temsilidir”.

Hiç yorum yok: