Cumartesi, Haziran 03, 2006

UMUTSUZLUĞA YOLCU MEKTUPLAR

Mektup 1

Sevgili Şamil...

Geceleri bunalımın gölgesi altında geçirdiğini biliyorum. Bir ıstırap kasırgası veya karanlık bir korku beyninin ve kalbinin yarım küresini kaplar durur. Gölgelerin ve hayallerin bütün bir gece sürecek olan savaşı başlar. Ama kanayacak olan senin vücudun. İçten içe bir sızı kopacaktır göğsünden. Kafan çatlayacak, kalbin katı kanları pompalamaktan bitkin düşecek. Bir savaşı daha kaybetmenin huzuruyla geceye veda edeceksin.

Ya sonra ne mi olacak? Anlatayım.

Geceyi uğurladın mı, gündüz gelecek. Gündüzün cazibesi pek fazla sürmez. Sabahın Güneşsiz geçen yarı karanlık ve yarı aydınlık arası şafak sökümünden sonra koca bir ateş topu kafanın üzerinde dikilip durur. Bir salgın adeta. Hiç terk etmez dünyayı. Yakıcı ışınları beyninin yarısını kızartır. Ya uyuyarak kendine en uygun uyuşturucuyu almak zorundasın, ya çığlık atarak senin acılarına misilleme yapan iki ayaklıların neşesine katlanmak zorunda. Seçim her zaman istenmeyen iki şey arasında yapılmaktadır. Korkarım çoğu zaman bu hakkın da olmaya.
Farz edelim uyudun. Gözkapaklarını yarıya indirdin, tıpkı hayatının yelkenlerini suya indirdiğin gibi. Sadece bir defaya mahsus gösterilecek rüyalar dizisini takip etmek zorundasın. Bazen sevimli, bazen abuk sabuk. Ya haz duyarak boşalacaksın, ya kabus görmüş gibi donacaksın. Günün bu kısmını da atlattın mı? Sorun yok demektir. Geceye doğru yolculuğa devam. Ömür nerede kırılacaksa, orada gece ile gündüzün oyunu sona erecektir.

Aslında hep aynı günleri yaşarız farklı sayılar, haftalar, aylar ve seneler adıyla. Bu aynılıktan insan ne zevk alabilir ki? Hiç önemli değil. Asıl sorun bu aynılığa insan nasıl dayanmakta? Cevabı çok basit: Korku. Trajedinin kocaman harfli başlığı. Savaşın hiç değişmeyen biricik taktiği. Bilgi bu vahşi kaygılanmayı yenmek için doğdu. Eski Yunan’dan bu yana bilginin söylenile gelen açıklanması şu: Güvenmek için bilmeliğiz. Neye güvenmek için? Tanrıya, doğaya, İnsanlara, varolan her şeye, kadınlara bile. Güven, korkuyu yok etmek için yaratılmış adeta. Gecenin ardından gündüzün geleceğine güvenmeseydik nasıl uyuyabilirdik?

Ama sorun bununla da kalmıyor, kalmayacakta. Bilginin kamçısı birilerinin elinde. Kim bu birileri? Aslında kim oldukları meçhul. Onlar kimlik ötesi varlıklar. Devamlı ve hiç durmadan kimliklerimize saldırmakta. Nasıl mı? Habil ile Gabil’in hikayesini bilirsin? Biri çoban, ötekisi çiftçiydi. Bir yıldönümünde ürünlerini Tanrı’ya sunmak için huzura çağrıldılar. Birinin ürünü ötekisine tercih edildi. Habil ile Gabil’in savaşı ve insanoğlunun sevap-günah ikilemi başlamış oldu. Onları bu savaşa iten Tanrı’nın adaletsizliği mi? Hiç sanmıyorum. Eğer ikisinin de ürünü kabul edilseydi veya ikisinin de kurbanı geri çevrilseydi savaş yine olacaktı. Bu defa da iyi ile iyinin veya kötüyle kötünün savaşı patlak verecekti.

İşte tıpkı bunun gibi, Eski Yunan’da Yedi Bilge adını alan yedi kişilik bir uyanıklar çetesi bilgeliklerinin ürünlerini Tanrı Apollon’a sunmak için Delphoi tapınağının yolunu tuttular. Ve Apollon’un yapacağı arabuluculukla Yüce Zeus’a bilgeliklerini şöyle sundular: “Kendini bil!” Yani, bir kimlik bilmecesi. Bu, Yedi Bilge toplumun yöneticileri, yani iktidar. İktidar, kaderimizin hakiki sahibi gibi davaranıp, kaderin bilgisini Tanrılar’ın eline sunarak, hayatımızı kırbaçlamaya başladılar. İnsanoğlunun sado-mazoşist tarihi böyle başlamış oldu.

Ben kimim? sorusu karşısında beynimizi, kalbimizi ve hatta penisimizi dahi gecenin, gündüzün derinliklerine fırlatarak bulanık, hayaletsi, sıkıntılı zaman aralıklarında düşünüp dururuz. Bir tek amaç uğruna: Kırbaç karşısında köleliğimize sadık olduğumuzun güvencesini iktidara duyurmak için.

- Ben kimim?
- Güvanilir bir köleyim.

Nereden nereye geldik ve daha nerelere doğru gideceğiz. Senin nereye gideceğini bilmiyorum. Belki de ben yanılmaktayım. Aslında umurumda bile değil. Benim savaşım basit: Kimliğimizi kimlik sorunuyla ele geçiren bilgeler ordusunu yok etmek. Başaracak mıyım? Önemli değil. Bu hayal bile bana yetiyor. Ya başarırsam? Yok ettiğimin yerine koyabilecek bir tek şeyim var: İnanmak.
21. 09. 2001.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu böyle kalmasın devamı da gelsin diyecektim ki zaten adı "mektup 1"miş:)
Hitam cümlesiyle sanki yeni bir yazı doğmak üzere gibi hissediliyor.Ya da asıl söylenecek söze girizgahmış gibi bu ilk yazı.Başarırsanız neler olabileceğinden bahsedecek misiniz?

n_marmara dedi ki...

Şimdi Azizim, doğrusu, sevgili dostum Şamil'e bu ve benzeri içerikte 15 civarında mektup gönderdim. Birkaçına daha yer vermek istiyorum. İçerikler farklı olacaktır, ama sunum aynıdır.

İlginiz için asıl ben teşekkür ediyorum.