Perşembe, Şubat 23, 2006

Hölderlin Üzerine I

Bugün evine biri gelecek. Ölü gibi sapsarı, bir deri bir kemik, çukur gözlü, vahşi bakışlı, saçı sakalı uzun ve dilenci kılıklı. Geri çevirme ve bağışta bulun. Konuşacaklarını dinleme. Çünkü kemik yığını gibi dağılmıştır. Hayatın harabeleri, annesinin eve dönüş biçiminde yakarmaları, aklının dümeni ebediyen kırılmış, yirmi beş yıllık acı ve yalnızlık, vatanına ve zamanına yabancı ve de zekası bir daha hiç aydınlanmayan ve ancak zaman zaman esrarengiz orfik şimşeklerle parlayan bir gecede yaşar; son intihar denemesinin kurtarılamayan darbeleriyle. Şiirlerindeki o Kızılderililer gibi şarkı söyleyerek atar kendini büyülü kapıdan içeri. Dostları dikkatlice ondan uzak durmaktadırlar. Çünkü çoğu zaman zincire vurulmuş bir hayvan gibi sinirlerinin aşırı gerilimi patlamaktadır. Ya da onunla alay etmektedirler.

Ah, bizler kendimizi az tanıyoruz,
Çünkü bir Tanrı hüküm sürüyor içimizde.

Güçsüz adam —zaten, “öyle naîf ve nazik” dememiş miydiler kendisine—gün geçtikçe şiirinin dümenini kaybetmekteydi. “Akar sular gibi çekip almaktadır son, içimden bir şeyleri, Asya gibi uzanıp giden” der, onu içinden uzaklaştıran üstün güç hakkında — sanki beyninin bütün kavrama gücü felç olmuş gibidir ve düşünceler bağıntısızca boşluğa düşmektedir: muazzam, cesurca kabarmış coşku olarak yükselen şey, hep trajik bir kekeleme halinde son bulur.

O ama uzaktadır, burada yok artık,
Delice gitti, çünkü pek fazla iyidir.

Yirmi beş yıl boyunca taşımıştır dünyevi varlığını, delilik bulutunca; bu arada yeryüzünde ondan geri kalan şey zavallı yaşlanan gölgesi. O kendini unutmuştur, dünya da onu.

Ama, tuhaftır: artık ortalıkta bırakılmayan tamamıyla aklını kaybetmiş insanda, bu çökmüş aklın yanıp bitmiş külünde son güne kadar bir kıvılcım hâlâ yanar: Şiir. Bunlar sönen aklın şiirleri:

Bu dünyanın hoş şeylerini tattım ben,
Gençliğin sevinçleri ne uzun! Ne uzun! Akıp gitti.
Nisan ve Haziran ve Temmuz çok uzakta,
Bir hiçim artık ben,
Yaşamaktan hoşlanmıyorum artık.
Ah, yeşil ağaçların
Bir meyhane levhasındaki gibi
Durduğu şu hoş manzaranın
Önünden geçip gidiyorum.
Çünkü sakin günlerin huzuru
Çok etkiliyor beni.
Bunu hiç sorma bana,
Eğer cevap vereceksem.

Sönmüş bir dünyanın boşluğuna şiir yazar. Nefes almak onun için şiir yazmaktır. Bir kahinin dileği gibi: dizginleyemediğimiz alevin tövbesi, alevleri de eritir.

Onun için yaşantı şiire dönüşmez, şiirde kaybolur, buharlaşır, tamamen ayrışır, hatta iz bırakmadan buluta ve melodiye çıkar: Benim eksikliğim, güçten çok hafifliktedir; düşüncelerden çok nüanslardadır, ana sesten çok çeşit çeşit düzenlenmiş seslerdedir, ışıktan çok gölgededir ve bütün bunların nedeni tektir: ben gerçek hayatta adi ve bayağı olandan çok fazla iğreniyorum. Acizliğin kutsanması, onda kusursuzdur. Somutluk öğle kökünden yıkılmıştır ki, bu uzaklaşma onda daha da yol almaktadır.

Orada oturuyordum, sensizliği yok ederek,
Hâlâ kendimi düşünmeksizin.
Sonra kalktım, senin kaldığın kalbe girerek,
Tanrının kapısını çalmadan,
Sunmak için sana kendimi.
Oturduğun yerde bulamayınca,
Bırakarak adağı odanın boşluğuna.
Çalmadığım kapının arkasına geçmiştin,
Geldi, bunu bana Tanrı söyleyerek.

Bir şimşek, yalnızca saf kaynaklardan, idareli ve soğukkanlılıkla alır seçkin kelimeleri. Her şey ileri yönelmiştir: “Isıyla ruh yükselir”—yanmayla, buharlaşmayla, maddesel olanın bozulmasıyla duygu yoğunlaşır. Bireysel olan, onu kavrayan saflığa ters düşer. ... daima vardır onun içinde ve onun dünyasında bir parça.

Büyüktür onun tanrısallığı
Ve kurban edilen de büyük.

Ölüm öncesi duygusuyla, heyecanların sonuncusunu, en yükseğini tadar: Ölüm saatinde kuğu gibi bu suskun insana ruhu bir kez daha müzikte ortaya çıkar … olağanüstü başlayıp sonu gelmeyen müzikte. Çünkü burada trajedi biter, ya da daha çok uçup gider. Bu çözülmenin mutluluğunun üzerine çıkmamıştır… sadece aşağıdan yanıtlar kaçanların henüz yere bağlı korosu, keza sonsuz gerekliliği; kader tanrıçası Ananke’yi (…) öven kurtulmuş adamın uzayı dolduran sesi.

Böyle olması gerekiyordu
Böyle istiyor Tanrı
Ve olgunlaşan zaman
Çünkü bir kes ihtiyacımız vardı
Biz körlerin mucizeye.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

merhaba,
merak ettiğim birşey var. bu yazının tamamı Nilgün Marmara 'ya mı ait acaba; aldığınız kaynağı söyleyebilir misiniz, teşekkür ederim...