Cuma, Temmuz 14, 2006

Türk Tarihi Üzerine Araştırmalar


Kayıp Halkın İzinde: Kimekler
766 yılında Talas’ı ele geçiren Karluklu Türk boyları bölgedeki Türgiş ve On-ok boylarını egemenlikleri altında derleyip toparlayıp kendi devletlerini kurdular. Bu dönemde eski Göktürk Hakanlığının ana toprakları Uygur Devleti’nin yönetiminde bulunuyordu. Karluklar’ın kuzey-batısına doğru, Uygurların ise batısı boyunca uzanan geniş bölgede ‘unutulmuş’ bir topluluk yaşamaktaydı. Arap müellifleri bu topluluğa Kimak veya Kimek adını vermekteler[1]. Varlıkları kadar yaşadıkları coğrafya da tartışmalı olan Kimekler en geniş sınırları içinde B. Y. Kumekov’a göre, “Yukarı Obi nehrinden İdil’in aşağılarına, Aşağı Sırderya’dan Sibirya taygalarına”[2] kadar bölgeye hâkimlerdi. Hududu’l-Âlem’in müellifi, Kimek yurdunun sınırlarını şöyle çizer: “Kimak ülkesinin doğusunda Kırgızların bir boyu yaşar. Güneyde Artuş ve Etil nehirleri, batısında Kıpçaklar’ın bir kısmı, kuzeyinde gayr-i meskun arazinin bir kısmı bulunur”[3]. Kimekler hakkında en erken bilgi veren Arap müellifi İbn Hurdadbih’tir. Kitabu’l mesalik ve’l-memalik isimli coğrafya eserinin çeşitli kısımlarında Kimak Ülkesi’nin tarifi yapılmaktadır. Müellifin verdiği bilgiler, Kumekov’un da belirttiği gibi VIII. Yüzyılda Kimek Ülkesi’nin sınırlarını belirleme imkanı sağlamaktadır[4]. Ona göre, Kimek Ülkesi Toguz-Guzlar’ın solunda bulunuyordu[5]. Kimekler hakkında en geniş bilgi Gardizî’de bulunmaktadır. Efsanevî bilgilerle dolu olan Gardizî’nin Kimekler hakkında anlattıklarından anlaşılan o ki, bu boyun oturduğu ana topraklar İrtiş çevresi olmuştur[6]. Avfî’nin Camî el-hikayat adlı eserinde Karluklar’la Kimekler (İmek) birlikte zikredilmektedir. Avfî’ye göre, Karluklar dokuz kısma ayrılırlar: üçü Çigil, üçü Heskeli, biri Bevavî, biri Kevâkinu ve biri Kîmâkend[7]. Bize göre, Avfî, Kîmâkend’le Kimekleri kastetmiş olmalıdır. Buna rağmen, müellif Kimekler’i Karluklar’ın sağına oturtur[8]. İdrisî, Türk boylarından söz ederken, bunları doğudan başlayarak şöyle sıralar: Tibetliler (?), Toguzguz, Kırgız, Kimak[9]. Buradan, Kimekler’in Kırgızların batısında oturdukları anlaşılmaktadır. Müellif, eserinin bir diğer yerinde ise şöyle der: “Buranın doğusunda (Toğuzguzlar’ın doğusunda) Çin Denizi yanında Kırgız Ülkesi bulunur. Çin hududu yukarıda güneydedir. Toğuzguzlar’ın kuzeyinden Kimak Ülkesine birleşir”[10]. İdrisî, Kimek Ülkesi’ni dördüncü iklime dahil eder. Kimekler hakkında en geniş bilgiye de burada rastlanmaktadır: “Kimakların ülkesi çok geniş, çok bereketli, çok mamurdur. Kimakların güneyinde Toguzguzlar, güney batısında Tibet’ten sonraki kısımda (yani Tibet’in batı tarafında) Karluklar, batısında Halaçlar, doğusunda ise Okyanus bulunur”[11]. İdrisî dışında diğer Arap-İslam kayanaklarını incelediği anlaşılan M. Kemal Özergin, genel anlamda Kimekler’in bulunduğu coğrafyayı şöyle tasvir etmektedir: “Kimek ülkesi, Batı Sibirya ovasında ve yaklaşık 48/49 – 57 K ile 70 – 85 dereceleri içinde kalan geniş bir bozkır alanı idi. bu geniş alanın güney-batı ve güney-doğu köşelerine bakılmazsa çoğu yüksekliği 125-150 m’yi geçmeyen bir bozkırdır. Güney-batıda yüksekliği 1000 metre yüksekliğe varan bir yayla (bugünkü Kazak Bozkırı) bulunur. Güney-doğu ise Altay dağlarının 1500 metre yüksekliği geçen etek ve uzantılarıdır. Kimek ülkesinde Ertiş (İrtiş), Ob, İşim gibi büyük ırmaklar ile daha bir çok küçük akarsular ve göller vardır. Baraba Bozkırı ile Çan Gölü bu bölge içinde kalır. Ülkenin daha kuzey kesimi taygalık ve ormanlık olup, kışın soğuğu fazladır”[12]. M. Kemal Özergin’le Kumekov’un çizdiği Kimek coğrafyası benzerlik gösterir. Ama, Kumekov’un Kimek Ülkesi’ni Aşağı Sırderya’dan başlatması pek doğru değildir. Bu bilginin kaynağı el-Mukaddesi olsa gerek. Nitekim, müellif, X. Yüzyılda Kimek Ülkesi’nin güney-batı sınırlarını Seyhun havzasındaki Sabran ile Sağlcan kasabalarına kadar indiriyor. Savran veya Şabran, Oğuz ve Kimek sınırında bir kasabadır. Agadjanov’un da belirttiği gibi, barış döneminde Kimekleri’in bu Oğuz sınırlarına geldikleri bölgeler olsa gerek[13].

Kimekler’in doğusunda Kırgızların oturduğu bütün kaynaklarca teyit edilmektedir. Bu bölgeler bugünkü Altaylar ile daha doğudaki arazilere tekabül etmektedir[14]. Batıda Kimek yurdunun İdil’e kadar uzandığını Hududu’l-Alem’e dayanarak söyleyebiliriz[15]. Sırderya’nın kuzeyi boyunca Hazar Denizi istikametinde İdil’e kadar Oğuz ve Peçenek boylarının oturduklarını hesaba katarsak VIII – IX. Yüzyıllarda Kimekler’in güney ve güney-batı komşularının bunlar oldukları aşikardır[16]. Güney-doğusunda Uygurlar, doğuda da Kırgızların oturduğu göz önüne alınırsa, Kimek Ülkesi Altaylar’dan aşağıya inerek Sırderya’nın yukarısından bir kavis çizerek İdil’e kadar geniş kuzey bozkırlarını kaplamaktaydı. Kuzeyde Obi ve İrtiş’in karanlıklaşan kuzey uçlarına kadar varan Kimek Ülkesi coğrafi açıdan en büyük Türk ülkesiydi.

Tarih itibariyle, 766 yılında Karluklu Devleti’nin kuruluşundan Karahanlılar’ın ikiye ayrılmasına kadar, yani yaklaşık VIII. Yüzyıldan XI. Yüzyılın ilk yarısına kadar kuzeyin en büyük gücü Kimekler olmuştu. Karluklar ve ardından Karahanlılar, Kimekler’le ancak güney-batı açıklarında sınır teşkil etmektelerdi. XI. Yüzyılın ortalarına doğru Yimekler’in Karahanlı topraklarına saldırdıklarını gözönüne alırsak, bunların İrtiş, Balkaş ve Ala Göl taraflarında Karahanlılar’la komşu oldukları bilinmektedir[17]. Anlaşılan, Kimekler Karahanlılar’ın kuzey-doğu taraflarında komşuluk sınırı oluşturmaktaydılar.

Kimekler’in coğrafyası kadar isim ve etnik mensubiyetleri de tartışmalıdır. Arap coğrafyacıları bu ismi Kimak olarak okumaktalar[18]. Buna sadık kalan Rus araştırmacıları da genelde Kimak tarzını benimsemişlerdi[19]. A. Z. V. Togan ise Kimak veya Kemak olarak okumaktan yana olmuştur[20]. Kimak/Kimek adı ne Çin, ne de yerel Türk kaynaklarında geçer. Kaşgarlı Mahmud dahi bu adı sözlüğüne almamıştır. J. Margurat’a göre, Kimak/Kimek adı İkiz İmäkin kısaltıulmışı olup, “belki boy birliğinde bulunan ilk iki boydan (imi + imäk) oluşarak” ortaya çıktığı yönünde bir açıklamada bulunmuştur[21]. M. Kemal Özergin, Kimek adının Kime – gemi sözcüğünün ilk şekli olan Kimeg’den geldiğini kuvvetle belirtmektedir[22]. Bu açıklamayı pekala kabul etmek müökün gözükse de, Kumekov’un Kimekler’i Çü-yü boylarına bağlaması[23], Gumilev’in de bunlara Çumugun adını vermesi[24], Kimak/Kimek adının ilk tarzının Çumug/Çumuk/Kumuk olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Gerek Kumekov, gerekse de Kumekov’un açıklamalarını esas alan Gumilev konuya Kazak tarihi perspektifinden baktıklarından böyle bir açıklamayı esas almışlardı[25].

Kimekler’in menşeî oldukça karanlıktır. Bu konuda şimdilik tek kaynak Gardizî’nin sözünü ettiği bir yaranış efsanesidir[26]. Bu hikayeye göre, Tatar hükümdarı ölünce geride bıraktığı iki oğlu arasında taht kavgası baş gösterdi. Küçük kardeş Şed/Şad kaybedince cariyesini de yanına alıp büyük bit suyun kenarına kaçtı. Daha sonra onlara Tatarlar’ın çocuklarından yedi kişi İmi, İmak, Tatar, Balandur, Kıpçak, Linkaz (Nilkaz) ve Eclad katıldılar. Ardından Şad’ın haka ağabeyi ve maiyeti dış düşman tarafından ağır bir yenilgiye uğrayınca oradakile 700 kişilik kuvvetle Şad’ın liderliğinde birleştiler. Daha çonra çoğalınca bunlar yedi kişinin adını taşıyan yedi boy halinde çevreye dağıldılar. Hikayede bu olayların İrtiş nehri çevresinde geçtiği söylenilir[27].

Gardizî’yi esas alırsak, Kimek soyunun kurucusu Şed/Şad ve ona katılan yedi Tatar eri veya soyu ile birlikte Tatar ordasına veya boyuna bağlıdırlar. D. G. Sevinov, Sibirya’nın güney halklarından söz ederken Kimekler’in saf bir unsur olmadıklarını, bölgedeki eski İskit veya Saka boylarını, Töles/Tölös boylarını ve Ugor-Samoyedler’le kaynaştıklarını ileri sürmektedir[28].
Kimekler’in yayıldıkları geniş coğrafyaya ve yedi Tatar erinin taşıdıkları isimlere bakarsak böyle bir boylar karışımının olma ihtimali çok yüksektir. Öte yandan, Gardizî’nin sözünü ettiği Tatarlar’ın gerçek Tatarlar olup olmadığı da bilinmiyor. Kumekov, buna değinerek Tatar adının Türklerde iki farklı anlamda kullanıldığından söz etmektedir: birincisi, yabancı, yani şehirli; ikincisi boy adı olarak (Otuz Tatar boyu). Bu tespite dayanarak Kumekov, II-VIII. Yüzyıllar arasında İç Asya’da, yani bugünkü Kazakistan’ın doğu ve kuzey-doğusunda oturan kavimleri incelemeye almıştır. Onun araştırmalarına göre, VI-VIII. Yüzyıllarda, buralara daha II. Yüzyılda gelmiş Hunlar’ın türemeleri olan Çü/Çu boyları oturmaktaydı[29]. Bilindiği gibi, Çu’lar Çu-yü, Çu-mi, Şa-to ve Kimekler’den müteşekkildi. Çü-yü, Çu-mi ve Şa-tolar hakkında geniş bilgilerimiz olduğu halde Kimekler’in doğrudan bu kavimler arasından mı çıktığı veya katıldığı kesin bilinmemektedir. Bugünkü bilgilerimizle, Şatolar’ın, doğrudan Hunlar’dan gelen Çü-yüler’in içinden çıktıkları kesin olarak biliniyor. Aynı şeyin Kimekler için söz konusu olup olmayacağı hakkında net bir fikir yoktur. Her ne kadar Kumekov’un açıklaması, Kimekler’in Çü-yüler’den indikleri yönündeyse de bu pek açık değildir. Ama, Kumekov’un bir tespiti bir takım hususları netleştirmektedir. Ona göre, bölgede iskan tutan Çü-yü kabilelerine Çinliler Çöl derlerdi, yani Sahra grupları. Bunlar 808 yılından itibaren Çin’e tabî olmuş ve Tang İmparatorluğunun sonuna kadar onlara bağlı kalmıştılar. Bu kabile gruplarından olup, ama Çin yönetimine girmeyenler ise bağımsız hayat sürmekteydiler. Çinliler’in bunlara hepten Çü demesi ve Gardizî’nin de bu bölgedeki boylara Kimek demesi coğrafi olarak aynı boydan söz edildiğini gösterir[30]. Işte, buna dayanarak Kumekov, Kimekler’in Çü olma ihtimalini kuvvetle savunmuştur[31]. Kumekov’un bu görüşüne destek çıkan bir diğer husus ise, Kimekler arasında yer alan Balandur, Kıpçak gibi Türk oldukları kesi olarak bilinen boyların birliği teşkil eden ana kitle arasında gösterilmesidir.

Anlaşıldığı gibi, adları kadar menşeleri de tartışma konusu olan Kimekler’in kuşku götürmeyece en büyük gerçekliği IX – XI. Yüzyıllar arasında Karahanlılar’ın kuzeyi boyunca büyük bir güç olduklarıdır. Rus sinolog Biçurin’den sonra Çin materiyallerini derleyip yayınlayan V. S. Taskin, Hunlar’ın batı göçleri sırasında Altaylar’dan Aral’a kadar geniş Kazakistan sahasında dağılan Hun gruplarından söz eder[32]. L. Gumilev’e göre, bu göçler sırasında Avrupa’ya göç etmeyen “zayıf Hunların” torunları[33], Orta Asya’ya gelerek Çu-yu, Çu-mi, Çumugun ve Çuban dört kabile[34] ile bölgede iskan tutmuşlardı. M. Özergin’e göre, VII. Yüzyılda Kimekler Altay dağlarının kuzey-batısında ve İrtış nehrinin orta kıyılarında oturuyordular[35]. Bu dönemde Kimekler, Göktürk Hakanlığına bağlı olup, devletin terkibinde önemli rol oynamışlardır[36]. Kısa sürede, yani Göktürklerin yıkılışından sonra bağımsız konuma gelen Kimekler, daha sonra Türgişlere tabî oldular[37]. Kumekov’un söylediklerini esas alırsak, VII. Yüzyılın başlarında Batı Göktürk Devleti’ne (582-659) bağlı Türk boyları şunlardır: On-oklar, Karluklar, Çü-yü, Çu-mi ve I-oular. Bu boylardan Karluklar Altay dağlarının batısında, Zaysan – Ala Göl – Urungu üçgeninde otururken, Çü-yüler Beşbalık civarında bulunuyordular. Çu-milerin Ayar Nor’a dökülen Manas nehri kıyılarında, I-oular ise Hami şehri çevresinde bulundukları biliniyor[38]. Bu duruma göre, Çü-yü ve Çu-mi boyları Kimek yurdunun epeyce uzağında yer almaktaydı. En erken Arap kaynaklarından Hurdadbih’in eseri, Kimeklerin en eski VIII. Yüzyıldaki tarihine açıklık kazandırmaktadır. Hurdadbih, Kimekler’in Toguz-Oğuzlar’ın solunda bulunduğunu, ön tarafında 300 fersahlık mesafede Çin’in yer aldığını belirtir. Yine buna göre, Kimekler’le Taraz arasında 81 günlük mesafe bulunmakta ve Kimek hükümdarının ülkesine giden bu yol çöllerden geçmektedir[39]. Bu durumda, Kimekler’in Türgişler’le bağlantısı pek mümkün gözükmüyor. Nitekim, Hurdadbih’in açıklamalarına bakılırsa, Türgişler’in Kimekler üzerinde hak iddia ettikleri akla yatkın gözükmemektedir. Aslında Kimekler’in bölgedeki varlığı en erken VIII. Yüzyıldan öteye gitmemektedir. Sonuç ne olursa olsun, Kimekler VIII. Yüzyılda İrtış nehri kıyısında karar kılmışlardır. Buna en açık kanıt, Abbasî elçisi Temim b. Bahr el-Muttavvi’î’nin heyet raporudur. Temim’in raporunun 760-800 yılları arasını kapsadığı göz önüne alınırsa, VIII. Yüzyılın ikinci yarısında bölgede başlarında bir hükümdarın bulunduğu göçebe topluma hüküm edecek bir Kimek Devleti mevcuttur[40]. Çu ve Talas çevresindeki olayları, Uygur-Basmıl çatışmaları, Tang İmparatorluğunun Talas’daki yenilgisi gibi Orta Asya tarihi için peş peşe ve birbirleriyle bağlantılı biçimde gerçekleşen bütün bu vakaların vuku bulduğu tarih VIII. Yüzyılın ortaları olarak gözükmektedir. Bu, II. Göktürk Devleti’nin çöküş tarihi olduğundan bölgedeki gerginlik ve çözülmeler daha iyi anlaşılmaktadır. Yani, 740-760 tarihleri arası Orta Asya tarihi açısından bir kırılma noktasıdır. Bu dönemde Uygurlar Göktürkler’in merkezi topraklarını ellerine geçirip kendi devletlerini kurarken, 766 yılında Karluklar Türgiş Devleti’ne son verip On-ok boylarını kendilerine tabî ederek Karahanlı Devleti’nin temellerini atmışlardır. Aynı tarihte Aral Gölü ve Sır-derya çevresinde Peçenek ve Oğuz/Guzlar’ın birer yarı bağımsız boy birlikleri teşekkül etmiştir[41]. Muhtemelen, Göktürk siyasal gücünün ortadan kalkması üzerine VIII. Yüzyılın ikinci yarısından sonra İrtış nehri çevresinde Kimak Devleti teşekkül etmiştir.

750-810 yılları arasında Orta Asya’daki genel siyasi durum kabaca şöyleydi: doğuda Uygurlar, onların güney-batısında Karluklar, Aral ve Sır-derya çevresinde Oğuzlar, Aral Gölü kuzeyi ile Hazar arasında Peçenekler, Uygurlar’ın ülkesinden Peçenek bölgesine kadar alta doğru kavis çizen bölgenin yukarısında ise Kimekler. Bölgesel olarak sabit bulunan ve belli anlamda eşit konuma sahip olan bu Türk boyları sürekli bir çatışma halindeydiler. En ciddi çarpışmalar ise VIII. Yüzyılın sonlarında parlak verdi. Karluklar’la Uygurlar durmadan birbirlerini yıpratırlarken, Peçenek – Oğuz – Kimekler de kendi aralarında amansız bir kavgaya tutuşmuşlardı. Olaylara Peçni, Bacgırt/Başkurt, Nugerde, Kıpçak, Çigil/İsgil gibi daha ufak boyların da katıldıkları bir gerçektir. Bu olayların en iyi tasviri el-Mes’ûdî tarafından yapılmıştır. Ona göre, “Kimak-Baygurların ülkesinde Kara İrtış ve Ak İrtış” nehirleri bulunur. “Kimekler Seyhun’un ötesinde Türklerden bir cinstir. Bu iki nehir üzerinde Türklerden Gurlar (Guzlar) bulunur”[42]. Kanaatimizce, Mes’ûdî’nin sözünü ettiği ‘Baygur’lar, Bay-Gur, yani Baygu Oğuzlarıdır[43]. Mes’ûdî ‘el-Tenbih ve’l-İşraf’ isimli bir diğer eserinde Ak İrtış çevresinde Kimekler’le Oğuzların kışlak ve yaylaklarının bulunduğundan söz eder[44]. Buna göre, Kimekler’le Oğuzlar arasında yakın bir ilişkinin tesis edildiği anlaşılmaktadır. Bu ittifaka zaman zaman Karluklar’ın da katıldıkları biliniyor. Ancak Karluklar’ın bunlarla kurdukları ittifak bir çıkar ilişkisine dayanmakta ve süreklilik arz etmemekteydi. 772 yılında Karluklular’ın Oğuzlar üzerindeki baskıları artmaya başlamıştır. Daha 766 yılında Karluklu baskıları sonucunda Balkaş Gölü ile Sarı Su yörelerinde bulunan On-oklara bağlı Peçenek boyları Aşağı Seyhun boylarına sığınmışlardı[45]. Bunun üzerine Karluklar saldırı yönlerini Oğuzlara çevirmişlerdi. Karluklar’ın Oğuzlara ciddi kayıplar verdikleri anlaşılıyor. Öte yandan Peçeneklerin bölgede yeniden güçlenmesi, Karlukların bu defa Oğuzlar yanında Peçeneklere karşı savaşmasını gerektirmişti. 772 yılında Karluklu – Oğuz ve Kimek ittifakı Peçeneklere saldırdı[46]. Üç yıl sonra (775yılında) aynı ittifakın Peçeneklere bir darbe daha indirdiği bilinmektedir[47]. Sürekli bu durum arz eden Karluklu-Oğuz-Kimek saldırıları sonucunda 798-802 yılları arasında Peçenekler iyice Hazar çevresine ve kuzeyine kaymaya başlamış, burada da Kimek saldırıları artınca Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine göç etmişlerdir[48]. Peçeneklerin göçlerinden sonra Oğuzlarla Karluklar arasında sürtüşmeler devam etse de, Kimeklerin bu çarpışmalardaki konumlarının ne olduğu bilinmiyor. Böylece, bu olaylar Kimeklerin Karluklar gibi kendilerine özgül bir devletlerinin olduğunu açığa çıkartmaktadır.

Kimekler, IX. Yüzyılda İrtış nehri boyunca ve bugünkü Kazakistan’ın kuzey-doğu bölgesine hükmeden bağımsız bir güçtü. Bu dönemde Kimekler esasen yedi boydan müteşekkildi: İmi – Eymi – İmey, İmek – Emek – Yemek, Tatar, Balandur/Bayındır, Khıfçak – Kıpçak, Lankaz – Lanıkaz – Nılkaz, Aclad – Eclad[49]. İdrisî, onlar hakkında şöyle der: “Kimeklerin hükümdarları en kudretli ve en tehlikeli hükümdarlardandır. Kimaklar kalabalık olup ateşe tapan mecusidirler. Aralarında zındıklar da vardır. Bunlar korularda ve gür ormanlarda otururlar, otlakları gezerler”[50]. Gardizî ise onların suya taptıklarını ve suyun Kimekler’in tanrısı olduğunu söyler. Yine Gardizî’ye göre, Kimek Devleti’nin ilk hükümdarı Şad’dır. Onlarda hükümdara ‘Ta’ ismi verilmektedir. Ta – korkmadan suya giren demektir[51]. Bu arada Kimeklerin doğusunda bir takım kıpırdanmalar baş gösterdi. 840 yılında Uygur Devleti, Karluklu – Kırgız işbirliği sonucunda yıkıldı. Uygur sahası Kırgızların eline geçerken, son Uygur hakanını öldürme şerefine nail olan Karluklu hükümdarı kendisini ‘Kara Hakan’ ilan ederek Orta Asya’nın yeni ‘efendisi’ oldu. Kırgız saldırıları, Uygurların çevreye dağılması ve IX. Yüzyılın 20-40’lı yıları arasında baş gösteren kuraklığın[52] etkisini X. Yüzyılda da göstermesi kavimleri bir daha harekete geçirdi. Mançurya’daki kıpırdanmalar Moğol Kıtan kavimlerini sahneye çıkardı[53]. Bu dönemler Kimeklerin en güçlü oldukları dönem olarak biliniyor. Gardizî, bir Kimek – Toğuz Oğuz savaşından söz eder. Buna göre, “Toğuz Oğuz hakanı kendi kabilesiyle perişan durumdaydı. Kimakların hışmına uğramış, onlar Oğuzların çoğunu öldürmüşlerdi. Kalanlar birer ikişer Slavın (Ruslar’ın) yanına gittiler. O da gelenlerin hepsini kabul etti”[54].

Gardizî’nin efsanelere bağlı kalarak anlattığı hikayelerde bir takım doğruluk payı bulunmaktadır. Ancak, müellif olaylar arasında bağlantı kurmakta ciddi sorunlarla karşılaştığından olsa gerek hadiseleri tarihi sıralama gözetlemeden birbirine karıştırarak aktarmıştır. Buraya birde efsanevi anekdotlar eklenince olayların izini takip etmek neredeyse imkansız olmuştur. Gardizî’nin Kimaklarla Toğuz-Oğuzlar arasındaki savaş, Oğuzların çoğunun öldürülmesi, ardından Kırgızların Oğuzlar üzerine saldırıp “onlardan çok kişiyi telef etmesi”[55], müellifin iki farklı olayı birbirine karıştırdığını gösteriyor. Birinci olay, 840 yılında gerçekleşen Kırgızların Uygurlara saldırarak onların varlığına son vermesiyle ilişkilidir. İkincisi ise, Guzların batıya göçünü anlatmaktadır. Gardizî’nin anlattıklarını dikkatle incelersek, Guzların batıya göçlerinde Kimeklerin etkisini görmekteyiz. Müellif, Toğuz-Oğuz hükümdarının Kimekler tarafından perişan edildiğini söyler. Muhtemelen, Gardizî, Toğuz-Oğuzlarla Oğuzları karıştırmış olmalıdır. Nitekim, Gardizî’nin “onlar Slavların yanına geldiler” açıklaması bunu doğrulamaktadır. Bilindiği gibi, batıya göç eden Guz ve Tork/Türk boyları daha sonra Rus knyazlıklarının idaresini kabul etmişlerdir. Rus kaynaklarında bunların ismi ilk kez 1015 yılında Knyaz Gleb’in katliyle ilgili bir olayda geçer[56]. Oğuzların Slav sahnesinde ortaya çıkışları 985 yılında İdil Bulgarlarına karşı Ruslarla yapılan bir işbirliğine denk gelmektedir. Gardizî’nin hikayesinde Toğuz-Oğuzlara karşı Kimeklerin, Oğuzlara karşı da Kırgızların saldırdığını belirtirse, hikayenin genelinde Kırgızlarla Kimeklerin yerlerini değiştirirsek olaylar netliye kavuşacaktır. Aksi taktirde Gardizî’nin ne demek istediği anlaşılmaz kalacaktır[57]. Bu bize, oğuzların Hazar’ın kuzeyine doğru yayılmalarında Kimek baskısının söz konusu olduğunu kanıtlıyor. Bazı araştırmacılar, bu göçleri genellikle XI. Yüzyılda vuku bulan ‘Kun göçleri’ne bağlarlar. Ancak, oğuzların Kun saldırılarından yaklaşık 40 yıl kadar önce Slav ülkelerindeki varlığını açıklamazlar[58]. Kimeklerin Oğuzların batıya hareketinde ufakta olsa etken oldukları inkar edilemez. Buda, bölge açısından Kimeklerin küçümsenmeyecek bir konumda olduklarını göstermektedir. Öte yandan İstahrî, İdil nehrinden bahsederken şöyle der: “Etil (İdil) nehrine gelince, ... bu nehir Kırgızların (?) yakınından çıkar. Kimeklerle Oğuzlar arasında akar. Kimeklerle Oğuzlar arasındaki hudut bu nehirdir”[59]. Bu bilgiyi esas alırsak, Kimeklerin batı sınırlarının Oğuzlar hesabına bir hayli genişledikleri görülüyor[60]. Bu dönemde Kimeklerin bir hayli güçlendikleri; onlara bağlı boyların sayısının yediden on bire yükseldiği bilinmektedir[61]. Kimeklere bağlı yedi boy, sonradan katılan boylar arasında Kıpçaklar veya Kanğlı, Kırgızlardan bir boy, muhtemelen Başkurtlardan da bir boy vardı[62]. Bütün bu boylar X. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla büyüyen Kimek Devleti’nin büyük gücü ve kudreti karşısında onların egemenliği altına girmişlerdir. Durum ne olursa olsun 950-1050 yılları arasındaki yüzyıllık dönem Kimek Devleti’nin yükseliş dönemi olarak kabul edilmektedir. Gumilev’in sözünü ettiği “Sessiz halk: Kimekler” sessizce yüzyıl boyunca bozkırın tek efendisi olmuşlardır.

Kimeklerin yaşam tarzları, karakteristik özellikleri ve ekonomik konumuna ilişkin kaynaklarda azımsamayacak kadar bilgi bulunmaktadır. Gardizî, Kimeklerin “kötü huylu, cimri ve çok gaddar” insanlar olduklarını, sağlam yapılarının bulunmadığını, ormanlarda “vahşi hayvanlar arasında ve kırlarda” oturduklarını, esas besinlerinin at sütü; koyun, at, öküz etinden yapılan kurutma (pastırma) olduğunu kaydetmektedir[63]. Hududu’l-Alem’de ise Kimek “halkı keçe kulübelerinde yaşar, yaz ve kış otlaklar boyunda, sular ve çayırlar etrafında dolaşırlar. Kimeklerin malları samur ve koyundur. Besinleri yazları süt, kışın ise kurutulmuş ettir. Ne zaman Guzlarla (Oğuzlar) aralarında sulh olursa o zaman kışları Guzlara doğru göç ederler” denilmektedir[64]. Avfî, Kimeklerin diğer ülkelerle ticaret yaptığını ve “pazarlıksız” alış-verişte bulunduklarını anlatmaktadır[65]. Arap müellifleri arasında Kimekler hakkında en geniş bilgiyi İdrisî aktarmıştır. İdrisî, Kimek Ülkesi’nde on altı şehrin olduğundan söz eder: Astur, Nec’a, Burağ, Sisiyan, Manan, Mestnah, hükümdarın oturduğu Hakan, Bencer, Zehlan ve Hanaviş şehirleri. Bu şehirler arasında Astur’un nüfusu Türkler olup, “ziraat alanları geniş, suları bol bir şehirmiş. Halkı buğday ve pirinç ekerler. Burada demir madenleri bulunur”. Bu Kimeklerin göçebe yaşamın yanında yerleşik hayatı benimsemiş gruplarının olduğunu göstermektedir. İdrisî, Kimek hükümdarından da söz eder: Kimek hakanı “büyük bir hükümdardır. Bunlar arasında hükümdar sülalesinden en yaşlı olanı hakan olur”[66]. Yine ona göre, “Kimeklerin hükümdarı altından elbise, taçlı altın börk giyer. Senede dört kere halkın önüne çıkar. Onun hacibi, vezirleri, adaletli ve emniyetli devleti vardır. Halkına iyi davrandığı, onların durumuyla yakından ilgilendiği, onları düşmanlardan koruduğu için sevilir. Bu hükümdarın sarayları, yüksek binaları, güzel bahçeleri vardır. ... onlar Sabirlerin dinini benimserler[67], güneşe ve meleklere taparlar”[68]. İdrisî’nin anlattıkları abartılı gibi gözükse de (ki bu mümkündür) Kimeklerin kültür, ekonomi, idari yapı ve sosyal alanda küçümsenmeyecek düzeyde bir gelişim sağladıkları ve diğer Türk devletlerinden geri kalmadıkları anlaşılmaktadır.

Kimek Devleti varlığını XI. Yüzyılın ortalarına kadar korudu. Bu tarihte nedeni pek bilinmeyen olaylar sonucunda Kimek boylar birliği arasındaki bağlar hızla çözülmeye başladı, boylar merkezi yönetimden ayrılıp bağımsızlıklarını ilan ettikleri gibi kendilerine yeni topraklar aramaya koyuldular. Kıpçaklar, Yimekler, Bayandırlar artık Kimek hakanının yetkisi dışında hareket etmekteydiler. Bunda XI. Yüzyılda etkisini bütün Orta Asya’da hissettiren Kara Kitay hareketlenmesinin de etkisi düşünülmelidir. Netice itibariyle, Kimekler varlıklarını 1208 yılında Sibirya halklarıyla birlikte Moğol hakimiyetine girdikleri tarihe kadar muhafaza etmeyi başarmışlardı[69].

Karahanlılar’la Kimekler’in birbirleriyle olan münasebetleri hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Gerek Karluklu Devleti döneminde, gerekse de Büyük Karahanlılar döneminde kaynaklara yansıyan bir takım küçük hadiseleri ciddiye alacak olusak iki devlet arasındaki işiklilerin pek de iyi geçmediyine kanaat getirebiliriz. Her ne kadar Karluklular Peçenekleri ortadan kaldırmak için Oğuz ve Kimekler’le bir ara ittifak yapmışlarsa da, Peçeneklerin bölgeyi terketmesiyle bu yakınlık sona ermiştir. Karluklular’ın Oğuzlar üzerine yaptıkları saldırılara bakılırsa, Kimekler’le de pek anlaşamadıkları söylenilebilir. Öte yandan Karahanlılar İslam’ı kabul ettikten sonra gayr-i müslimleri, özellikle de tek Tanrılı dine mensup olmayan toplulukları hep dışlamışlardı. Karahanlılar’la Kimekler arasında ciddi anlamda gerçekleşmiş tek olay Yimekler’in Kuzey-doğu tarafından Karahanlı Ülkesi’ne saldırılarıdır. Bu hususa yukarıda değindiğimizden, burada Yimeklerin başarısız olduklarını belirtmekle yetinelim[70].

[1] Hududu’l-Alem, Minorsky nşr., s. 99;
[2] B. E. Kumekov, Gosudarstvo kimekov v IX-XI vv. po arabskim istoçnikam, Alma-Ata 1972, s. 105 (bundan sonra B. E. Kumekov, Gosudarstvo kimekov).;
[3] Hududu’l-Alem, s. 99;
[4] Kumekov, Gosudarstvo kimakov, s. 36;
[5] İbn Hurdadbih, Mesalik, s. 31;
[6] Gardizî, Zeynü’l-Ahbar, s. 257-259;
[7] Avfî, Camî, R. Şeşen, İslam, s. 92-93;
[8] Avfî, Camî, s. 92;
[9] İdrisî, Nüzhet el-müştak fi ihtirâk el-âfak, R. Şeşen, İslam, s. 100;
[10] İdrisî, Nüzhet, s. 100;
[11] İdrisî, Nüzhet, s. 100;
[12] M. Kemal Özergin, Kimekler, s. 167-168;
[13] S. G. Agadjanov, Oçerk, s. 132;
[14] M. Kemal Özergin, Kimekler, s. 168;
[15] Hududu’l-Alem, s. 99;
[16] F. Sümer, Eski Türklerde, bkz. Harita;
[17] F. Sümer, Oğuzlar, s. 18-19; H. Salman, Basmıllar, s. 179-180; M. Kemal Özergin, Kimekler, s. 167;
[18] Hududu’l-Alem, s. 99-100; Gardizî, Zeynü’l-Ahbar, s. 257-259; İdrisî, Nüzhet, s. 107-108; İbn Havkal, Surat el-arz, s. 23; İbn Hurdadbih, Mesalik, s. 30;
[19] Kumekov, Gosudarstvo kimakov, s. 53-55;
[20] Togan, Umumî, s. 41, 45;
[21] M. K. Özergin, Kimekler, s. 160;
[22] M. Kemal Özergin’e göre, Kimekler “Ertiş (İrtiş) ırmağının iki yakasında yaşamışlardı. Işte, bu büyük akarsuyu geçmek için, onların kullandıkları bir tür gemiden alarak komşularınca verilmiş olabilir”. Kimekler, s. 161;
[23] Kumekov, Gosydarstvo kimakov, s. 53-55;
[24] L. Gumilev, Hazar Çevresinde, s. 275;
[25] Kumekov’un çabası Kazak Türkleri tarihinde yer yer mevcut olan etnik boşluğu doldurmaktı. Pek belli etmese de Çü-yüler’le Juzlar arasındaki etnik dağınıklığı onarmaya çalışmıştır. Sanırım Gumilev’de buradan kendine bir pay çıkartmayı denemiştir.
[26] Gardizî, Zeynü’l-Ahbar, s. 257-59;
[27] Gardizi, Zeynü’l-Ahbar, s. 257; Gardizî’nin anlattıklarını geniş biçimde tetkik eden Kumekov ve onun açıklamaları üzerinden yorum yapan Gumilev’in tespitlerine katılmak mümkün olmadığı gibi, büyük yanlışlıklarla doludur. En büyük yanlışlık, Kumekov ve Gumilev’in bu olayların XI. Yüzyılın sonunda gerçekleştiği yönünde iddialardıdır. Zira, Gardizî eserini XI. Yüzyılın ortasında yazmıştır. Bunun dışında, Gumilev’in Gardizî’nin eserindeki coğrafya isimlerini gerekçe göstermeden değiştirmesidir. Ona göre, Gardizî’nin yanlışlıkla sözünü ettiği İrtiş Ursul veya Katun adı verilen Obi’nin kollarından biri olsa gerek. Müellif, Gardizî’nin yanlışlığını da belirtnmemektedir. Zira, söz konusu olay ona göre, XI. Yüzyılın sonlarında cereyan etmiş ise, bu dönemde bütün Arap coğrafyacıları, Kimekler’in İrtiş üzerinde berhayat tuttuklarını yazarlar. Anlaşılan, Kumekov Kimekler’le Kalmuklar arasında bir bağ kurmak girişiminden, Gumilev’de coğrafi etkenleri birebir doğru kabul ettiğinden (örneğin, “bir süre sonra mera tükenince, ot aramak için” Gardizî’nin yorumunu X. Yüzyıldaki kuraklığa bağlaması gibi Sovyet tarihçiliğine özgü maddi karakterli nedenleri ön plana çıkartması. Tabii, coğrafi etkenler tarihsel hadiseler üzerinde yoğun bir baskı oluşturmuşlardı, ama olayları tarihsel boyutunun dışına çıkaracak kadar değil) Gardizî’yi istedikleri yönde yorumlamışlardı. Bkz. Kumekov, Gosudarstvo kimakov, s. 36-60, 114; Gumilev, Hazar, s. 276-278;
[28] D. G. Sevinov, Narodı yujnoy Sibiri v drevnetyurkskyu epohu, L. 1984, s. 115-118;
[29] Kumekov, Gosudarstvo kimakov, s. 53;
[30] Kumekov, Gosudarstvo kimakov, s. 54;
[31] Kumekov, Gosudarstvo kimakov, s. 55;
[32] V. S. Taskin, Materialı po istorii syunnu, M. 1968, t. I, s. 43;
[33] L. N. Gumilev, Hazar Çevresi, s. 275;
[34] L. H. Gumilev, Hunlar, s. 505;
[35] M. K. Özergin, Kimekler, s. 163;
[36] M. K. Özergin, Kimekler, s. 163; L. Gumilev, Hunlar, s. 505;
[37] M. K. Özergin, Kimekler, s. 163;
[38] H. Salaman, Türgişler, Kültür Bakanlığı Yay, Ank. 1998, s. 4; H. Salman bu tespitini Chavannes’in haritasına göre yapmaktadır. Bkz. Chavannes, Documents I, Harita;
[39] İbn Hurdadbih, s. 31;
[40] M. K. Özergin, Kimekler, s. 164;
[41] A. S. Agacanov, O. Pritsak’ın Oğuz Devleti’nin kuruluşuna dair verdiği tarihin doğru olmadığını belirterek, bu devletin ancak IX. Yüzyılın ikinci yarısı olarak kurulduğunu açıklamaktadır. Bkz. Oğuzlar, çvr. E. N. Necef – A. Anneberdiyev, İst. 2002, s. 197-198;
[42] Mes’ûdî, Mürûc ez-Zeheb, I/213;
[43] A. S. Agacanov, Oğuzlar, 207-210;
[44] Mes’ûdî, el-Tenbîh ve’l-İşraf¸ de Goeje nşr., Leyden 1894, s. 62;
[45] F. Sümer, Oğuzlar, s. 44-45;
[46] H. Salman, Karluk ve Karluk Dev, s. 195;
[47] Oğuz – Peçenek savaşları hakkında geniş bilgi için bkz. A. S. Agacanov, Oğuzlar, s. 194-197; ayrıca bkz. A. Djikiev, Etnografiçeskiye dannıye po etnogenezu turkmen-salırov, M. 1964. Bu eserde müellif, bir takım efsaneler ve rivayetler doğrultusunda İt-Becenalar’la Salır Kazan arasındaki savaşları açıklamaya çalışmıştır. Bu olayların tarihlerini belirlemek pek güçtür. Agacanov, IX. Yüzyıl olarak yuvarlak bir tarih belirler. Dijikiev’de aynı tedirginliği göstermektedir. Ancak, S. G. Klaştornıy, bu olayların VIII. Yüzyıldan beri süre gelen çatışmayı yansıttığını belirtmektedir. Bkz. Drevnetyurkskiye runiçeskiye pamyatniki kak istoçnik po istorii Sredney Azii, M. 1964, s. 161-162; Nitekim, bu tarihi göze alan Agacanov, “uzun süre devam eden savaş ve muharebelerin neticesinde Oğuzlar, Peçenek federasyonunu mağlup etmeye muvaffak oldular”. Oçerk, 131; Bu çatışmalar Karlukların karıştığına dair bkz. H. Salman, Karluk ve Kaluk Dev., s. 195;
[48] Mes’ûdî, Peçenek göçlerinin nedeni olarak Karluklu, oğuz ve Kimek saldırılarını göstermektedir. El-Tenbih, s. 180-181; Ayrıca bkz. F. Sümer, Oğuzlar, s. 45; H. Salman, Karluk, s. 195; A. S. Agacanov, Oğuzlar, s. 196-197;
[49] Gardizî, Zeynü’l-Ahbar, s. 258; M. K. Özergin, Kimekler, s. 170;
[50] İdrisî, Nüzhetü’l-Müştak, s. 107;
[51] Gazdizî, s. 258. Burada ‘Ta’, eski Türk inancında ‘Gu/Ku’ – yani ‘su’ olsa gerek.
[52] L. N. Gumilev, Eski Türkler, s. 511;
[53] Erken İç Asya Tarihi, Der: D. Sinor, İletişim Yay, İst. 2000, s. 538-539;
[54] Gardizî, s. 261;
[55] Gardizî, s. 261;
[56] Türk boylarının Rus knyazlıkları üzerinde saldırılarını içeren Doğu Slav dilinde yazılmış vakayinameler için bkz. Patriarshaya ili Npkonovakaya letopis, Poloe sobrenie russkih letopisey, SPb. 1904, t. IX-XIII;
[57] Gardizî, s. 261’de bu olayları şöyle açıklar: “Toğuz-Oğuz (Uygur) Hakanı kendi kabilesiyle birkin durumdaydı. Kimeklerin hışmına uğramış, onlar Oğuzların çoğunu öldürmüşlerdi. Klanlar birer ikişer Slavın yanına geldiler. O da gelenleri kabul etti ve onlara iyilikte bulundu. Nihayet çoğaldılar. Kırgız, Başkurd’un yanına dam gönderip dostluk kurdu, kuvvetlendi. Sonra Oğuzlar üzerine yağma akınları yaptı. Onlardan çok kişiyi öldürdü”. Metinde, Kırgızların üzerine saldırdıkları Oğuzlar Uygurlardan başkası olmasa gerek ve bu olay 840 tarihine rastlar. Öte yandan Kırgızların Başkurt’larla ilişkiye girmesi ve Uygurların Slavlara sığınması pek mantıklı gözükmemektedir. Gardizî, 840 ile 960 yılı olaylarını birbirine karıştırmıştır.
[58] Oğuzların batıya göçlerini başta Agacanov olmak üzere bir çok araştırmacı Kun göçlerine bağlar. Öte yandan ise, Gardizî’nin bu açıklamasını hesaba alıp Oğuzlar üzerinde bir Kimek saldırısının söz konusu olduğuna dikkat etmemişlerdir. Bunun nedeni, Arap kaynaklarında genellikle Kimeklerle Oğuzların dostane geçindiklerine dair bilgilerden kaynaklanan yanılgı olsa gerek. Bkz. S. G. Agacanov, Oğuzlar, s. 220-240;
[59] İstahri, Mesalik el-Memalik, de Goeje, Leyden 1927, s. 222;
[60] Bu hususta mevcut tartışmalar için bkz. M. K. Özergin, Kimekler, s. 165;
[61] Hududu’l-Alem, V. Minorsky, s. 100; M. K. Özergin’e göre, Hakana bağlı bulunan boy da buraya ilave edilirse, Kimeklerdeki boy sayısı 12’e yükselecektir. Kimekler, s. 169;
[62] M. K. Özergin, Kimekler, s. 170-171;
[63] Gardizî, s. 258-259;
[64] Hududu’l-Alem, s. 99-100;
[65] Avfî, Camî, çvr. R. Şeşen, s. 92-93;
[66] İdrisî, Nüzhetü’l-Müştak, s. 107;
[67] İdrisî’de geçen bu açıklama incelemeye değerdir. Muhtemelen, Kimekler köken olarak Sabir Türklerinin Sibirya’da arta kalanlarıyla kaynayıp karışmışlardır.
[68] İdrisî, Nüzheti’l-Müştak, s. 107-108;
[69] Kumekov, age, s. 90-96;
[70] Kimak ve Kimak kavimleri hakkında ayrıca bkz. A. Taşağıl, Çin Kaynaklarına Göre, s. 86-87; E. Buharalı, “Kimek Hakanlığı”, Tarihte Türk Devletleri I, Ankara 1987, s. 263.

Hiç yorum yok: