Salı, Ekim 31, 2006

Çağdaş Arap Edebiyatına Eleştirel Katkılar III

ÇAĞDAŞ ARAP EDEBİYATINA ELEŞTİREL KATKILAR
SURİYE

Aslında çağdaşlık anlamında Suriye’nin göbek bağı Lübnan’la ortak kesilmiş. Modernlik adına birbirlerinin ikizi konumunda olan bu ülkeler birçok değeri de ortak tüketmektedirler. Fenikeliler gibi, Suriye’ye adını ve tarihini miras bırakan Süryaniler de ortak bir Aramî kültür havzasından beslenmektedirler. Arap-İslam fetihleriyle Hilafetin bünyesinde sindirilen bu coğrafyalar gerek kimlik olarak, gerekse de kültür ve düşünce olarak eski Doğu ve Grek zekasını İslam düşüncesine aktararak erken dönemde Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında bir köprü olmuşlardır. Süryanilik Doğu kültüründe kendi başına bir okul zaten. Bu okul daha sonra Nasturilik üzerinden Çin’e kadar uzanan bir yolculuk gerçekleştirmiş ve bu anlayışın siyasal olarak geri dönüşü Orta Asya’da Sarı Haçlı Seferlerine neden olmuştur. Batıda Haçlı orduları kanlarını hızla tüketirken doğuda kalabalık Kidan, Hitay kavimleri Nasturiliği benimseyerek Horasan sınırlarına kadar sokularak Sarı Haçlı seferleri başlatmışlardır.

Süryaniliğin en önemli özelliği Ortadoğu kültür tarihinde bıraktığı izlerdir. Doğa bilimleri alanında (tıp, fizik, kimya, geometri) ilk İslam düşünürleri ya Süryani okullarından çıkmış, ya da bu okulların etkisiyle kendilerini eğitmişlerdir. Süryaniler Aramilik üzerinde Araplarla ortak bir Sami kimliğine bağlıdırlar. Yani bu halklar tarihsel ve kimlik açısından birbirleriyle akraba sayılıyorlar. Siyasal anlamda İslam’a karşı tereddütsüz bir itaat gösteren ender toplulukların başında gelmekteler. Yerleşik Arap kültürünün bu coğrafyalarda oluşması İslam’dan önce Kuzey Arabistan’da ortaya çıkan Gassanîler hanedanlığına kadar uzanmaktadır. İslam fetihleriyle Suriye’nin çehresi değişmiş, Araplık Süryanilik üzerinde baskın çıkmıştır. Bunda Emevîlerin siyaset ve kültür merkezi olarak Şam’ı seçmelerinde de önemli bir rolü olmuştur. Suriye önce Arap-İslam, ardından da Tolunoğulları ile Müslüman-Türk etkisi altına girmiş, XI. Yüzyılda Selçukluların en önemli üstlerinden biri olmuştur. Burası aynı zamanda Haçlılara karşı İslam’ın ileri savunma hattını teşkil etmiştir. Suriye-Filistin Selçuklu Devletinin yıkılışından sonra bölge Musul Atabegleri Zengilerin, Arap-Türk karışımı Eyyubilerin, Memlüklülerin, Osmanlıların ve daha sonra Fransızların eline geçmiştir. Suriye’nin çağdaşlaşma süreci de bu sonuncular zamanında başlamıştır.

Çağdaş Suriye Arap Edebiyatının Kökeni: Fransızlaşma
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar Suriye ve Lübnan coğrafi olarak bir bütündür. Bu arazi farklılıkları savaş sonrasında Fransızların eliyle gerçekleşti. Suriye’nin çağdaşlaşma serüveni Fransız kaynaklı Batı etkisinde Arapça basının oluşumuyla başladı. Suriye Arap basını kısa sürede o kadar hızlı yol aldı ki Osmanlı matbuatının 50-70 yılda geçirdiği yolu 10 yılda tüketti. 1920-1939 yılında Suriye’de çıkan gazetelerin sayısı 375’i buluyordu ve bunların büyük bir kısmı ulusal bazda faaliyet gösteriyorlardı. Tamamına yakını Şam’da yayınlanan bu gazeteler politika ve edebiyat ağırlıklıydı.

İki dünya savaşı arasında Suriye Fransa’nın mandası olmuş ancak 1945 yılında bağımsızlığına kavuşmuştur. Fransız mandası döneminde birçok Suriye aydını tarafından Fransızlar işgalci olarak görülmüş ve onlara karşı bir ulusal tepki oluşmuşsa da Suriye aydını düşünsel olarak Fransa’dan beslenmiştir. Zaten 1918-1945 yılları arasında Suriye’de aydın olmak demek Fransa veya Batı ülkelerinin birinde eğitim almış demektir. Çağdaş Suriye okumuş seçkinler sınıfı bu şekilde oluştu. Bu eğitim, düşünce ve kültür alanında yaşanan Fransızlaşma Suriyeli aydının ve zekasının temel güdüsünü teşkil etmiştir. Suriye aydını Mısır ve Lübnan’daki kardeş Arap aydınlarından farklı olarak derine inmemiş, etkinliklerini daha çok gazetecilik bazında sürdürmüştür. Yine Suriye’de Fransızlaşma politik anlamda güçlü bir temele oturmadığından Lübnan’daki gibi ulusal duyguların pekişmesinin önünde güçlü bir engel yaşanmamıştır. Suriyeli zeka daha çok hissi duygular üzerinden milliyetçi naralar atmaya seçmiştir. Fransızlaşma Şam’da Unkapanı Plakçılar Çarşısı gibi şarkıcı bir ulusçu şairler kesimi doğurmuştur. Bu yüzden Suriye çağdaş aydın kimliğinin ilk göze batan ismi Hayreddin ez-Zikirlî’nin olmasına şaşmamak gerekir. Zikirlî, kafasındaki akıl çekirdeğinin milli duygularla yeşerdiğini görünce kendisini halkın ortasına atmış. Hisli ve hırslı şiirleriyle sokak arasında biriken gençlere, halkın bir araya geldiği toplantılara katılarak adeta kıyameti koparıyordu. Görüntüsü ve tavırlarıyla Cahiliyet döneminde pazarları şenlendiren Arap kasidecilerine benziyordu. Bir farkla o, artık farklı bir lisanı ve tefekkürü konuşturtuyordu. Cahiliye şiirinde “şemşir”in (kılıç) yerini onun şiirinde “halk” almıştı. Aslında doğru kullanıldığında her ikisi de keskin ve öldürücü olabilir.

Şiirin Suriye Arap edebiyatında baskın bir yeri vardı. Edebiyat demek 1930’lara kadar Suriyeli için şiir demekti. Nazım, Suriye toprağına ekilmiş en son tohumdu. Kök salması ve ürün vermesi için daha zaman gerekecekti.

Çağdaş Suriye Arap Edebiyatının İlk Temsilcileri:
Dürzî Şekip ve Kürd Alî
Çağdaş anlamda sanat olgusunu, yani estetiği, nesir düzenini memnun edici bir üslupta kullanarak yeni Suriye edebiyatının kurucuları konumunda olanlar Şekib Arslan (1869-1946) ve Muhammed Kürd Ali (1876-1953)’den başkası değildir. İlki Lübnanlı saygın bir Dürzî ailenin evladı olup Muhammed Abduh’un öğrencisidir. Yazın faaliyetine gazeteci olarak başlamış ardından Türk bürokrasisine girmiştir. Buradan da sırasıyla Almanya, İsviçre ve Fransa’da bulundu. Daha 18’indeyken ilk şirini yayınladı. Daha sonra kafasını Batı edebiyatının seçkinleriyle doldurdu. Chateaubriand’ı ve birkaç yazarı Arapçaya kazandırdı. 1939 yılına kadar Suriye ile bağlantısı ancak düşünseldi. Bu tarihte kesin olarak vatanına geri dönüş yaptı. Bunda Avrupa ufkunda parlayan savaş bulutlarının ilk şimşek darbelerini hissetmiş olmasının da rolü vardır. “Aydınlanmış” kafasıyla İslam tarihine ve coğrafyasına bulaştı. Yazdı ve yazdı. Bu tarz yazılarını hep gazetelerdeki köşe yazıları sınırının dışına taşımadı. Suriye’ye yerleşince Şam Arap Dil Akademisi başkanlığına getirildi. Onun sayesinde modern Arap dilciliğinin yeni kaynakları ortaya çıktı.

Şekib, Arap edebiyatı açısından ilginç bir tip oluşturmaktadır. Türk memur kafa yapısını erken kazanması onun tümden Batı’ya teslim olmamasında etkili olmuştur. Bizzat kendisi Avrupa düşüncesinin içine İttihat-Terakki kanadı üzerinden girmişti. Avrupa düşüncesinden ve biliminden geniş yararlanmasına karşılık, hatta modern Arap dilciliğinin yönetim anlamında temellerini atmasına rağmen şaşılacak biçimde asla Avrupa sistematiğini, yani metot bilgisini kabul etmedi. Bu Arap aydınlarında ender görülen bir tutumdur ve bunun Arap kimliği ortasında çoktan beri bir azınlık olduğu anlayışını edinmiş bir Dürzi’den gelmesi ilginçtir. Sırf bu yüzden bütün özgül çalışmaları şarkiyatçılar tarafından boykot edilmiştir. Israrla, ama ısrarla gelenek ve teknikle donanmış Arap sistematiğinin yolunu izledi. Hatta daha da öteye giderek “Araplığın ve İslamiyet’in ruhunu örenmek istiyorsak eğer onların daha iyi uyduğu gerekçeleri” korumalıyız dedi. Peki, dedi de ne oldu? Bu soru, anlaşıldı mı sorusuna yanıt aramaktır. Hayır anlaşılmadı. Bir tutamlık baruttu ve o da boşa çıktı.

Suriye çağdaş edebiyatının ikinci örneği Muhammed Kürd Alî’dir. Bütün Batılı Arap edebiyatı araştırmacıları onun Kürt olduğunda ısrar ederler. Ancak anlaşılan bu görüşü yazarın ismindeki “Kurd/Kürt” tanımına dayandırmışlardır. Bir millet adı olarak “Kürt” kimliği ve adı çağdaş bir tanımdır ve birleşik bir ulus adı olarak bu adı Batılılar (özelikle Ruslar) ve Kurmanci aydınlar bölgede oturan Zaza (Dımıllı), Soranî, Digor ve Kurmancilerin üzerine oturtmuştur. Eski ve Ortaçağ Arap kaynaklarında “Kürt” adı “şehirli olamayan Araplar” için kullanılmaktadır. Bunun en güzel örneğini X. Yüzyıl Arap müelliflerinden Cahiz sunmaktadır. Cahiz ünlü menkıbesinde “Arapların yerleşik olan Tayy kabilesine Tayy, göçebe olan kesimine de Kürt/Kurd” denildiğini açıklar. Yine birçok Arapça kaynakta Kürt adına “göçebe, yerleşik olmayan, kaba ve dağlı” karşılığı olarak rastlamaktayız. Tanım sadece Araplar için değil, yerleşik olmayan bütün halklar için kullanılmıştır. Örneğin, Araplar Suriye’nin dağlık kemsinde, bugünkü Kuzey Irak’ta ve İran’da oturan fethedilmeyen dağlık bölgelerin halkın tümden “Kürt” adını vermekteydiler. İlk kez Avrupalı şarkiyatçılar bu adı sadece günümüzdeki Kürtleri kaypasan biçimde kullandılar. Oysa söz konusu Arapların belirttiği bölgelerde Kürt adını alan Süryani dağlı gruplar, Asuriler de oturmaktaydılar. Yani “Kürt” adının sadece şimdiki Kürt topluluklarını içine alan bir tanım olmamıştır. Suriyeli ilk çağdaş edebiyatçılardan Muhammed Kürd Alî’ye yapılan kimlik yakıştırması da buradan ileri gelmektedir. Aslında Muhammed Arap bir babadan ve Çerkez bir anneden doğmuştur. İlk eğitimini Şam’da almış, ardından gazetecilik yaşamının içine girmiştir. “el-Maktabas” (Yansıma) aylık edebiyat dergisinde yayın yönetmenliğine kadar yükselmiş, görevi gereği Kahire-Paris-İstanbul-Roma arasında mekik dokumuştur. 1919 yılında Arap Bilimler Akademisini, 1921 yılında ise Şam Bilimler Akademisi Gazetesi kurmuştur. Kendisini geliştirmek için bir yandan da İngiliz ve Fransız üniversitelerinde çalışmalarını sürdürmüştür. Bölgesel anlamda Suriye’ye bir “Suriyeli” tarihi ve coğrafi yazınsal kimliğini kazandıran odur. Bu açıdan onun tamamı altı cilt bulan “Suriye’nin Bölgeleri” adlı eseri dikkat çekmektedir.

Gerek Şekib, gerek Alî edebiyatçı kimliklerinin ötesinde bir ilim adamı görüntüsü veriyorlardı. Bu yüzden edebi faaliyetleri bütün yazın yaşamlarını kapsayacak kadar geniş olmamıştır. Ama sistemli ve düzenli bir şiir, edebiyat dilini kullanmaları onları Çağdaş Suriye edebiyatı listesinin ilk sırasına oturtmaktadır.

Çağdaş Suriye Romanının Temel Konusu: Tarih
Çağdaş Suriye Arap Edebiyatı İngiliz, Alman ve Rus’tan ziyade Fransız ekmeğini yeniş. 1900’lerden başlayıp 1950’lere kadar Alexandre Dumas, Gide, Mauriac, Duhamel, Proust ve Maupassant okumamış Suriyeli aydın “adamdan” sayılmazdı. Ne fark eder; şimdi de bir Dosto, bir Balzak romanı okumayan edebiyatçı “ins” ehlinden görülmez. Bu yazarların seçilmesinin gerekçesi Suriyelilerin Avrupa’yı Fransızların uzun burunlarıyla koklamaları olmuştur. Bir diğer gerekçe ise Suriyeli aydın söz konusu Fransız yazarlarının eserlerindeki tarihi, toplumsal, mizaç, realist ve romantik dokuya hayrandı. Bu Fransız doku eşliğinde uzun süre Suriyeli aydın yazarlık zekasını tuvalet kağıtları gibi bol üretilen Suriye gazetelerine aktardı. Denilebilir ki o yıllarda Suriye basınında bir “dizi furyası” sürüp gitmekteydi. Temalar arasında en cazibi tarihi konulardı. Suriyeli okur milliyetçiliğin de ateşiyle bu tür konularda daha çabuk kavruluyordu. Milliyetçiliği şarlatansı bir yönü de tarihtir. Ömrü hayatında bir dala çaput bağlamamış, tarihten bir serserini seçip roman konusu yapabilir ve koltuğuna karpuzu vererek kahraman diye okurların kafasına çivileyebilirsin. Tarihi roman, tarihin reannkarnasyon işlemini gütmektedir. Bir çok ucuz denemelerden ve üfürükçü hikayelerden sonra Suriye’de tarihi roman gerçek kimliğine Ma’ruf el-Arnavut (1892-1948) ile kavuştu. O, Suriye’nin Corci Zeydan’ıydı. Fransız roman tarzını iyi benimsemiş ve Arapçaya aktardığı çevrileriyle bu çalışmalarını daha da geliştirmişti. İşi anlayan için birkaç yöntem yeterli olabiliyordu. Arnavut, malzeme olarak yüzünü geleneğe döndü. Dönüş, o dönüş! Öldüğünde, İslamiyet’in ilk dönemleri hakkında en fazla roman yazarı unvanını Arap edebiyatına miras bırakarak sevdiklerinin yanına göç etti. “Kureyş’in Efendisi” adlı ilk romanı Hz. Muhammed’in bir yaşam öyküsünü konu edinmektedir. İlk iki yıl içinde üç baskı yaptı ve her defasında yine yok sattı. Böyle bir çıkış gerçek bir yazar için iyi kamçı sayılır. Bu çıkış Arnavut’u kamçılamadı, Suriyeli okurun jesti adeta onu coşturdu. İki ciltlik “Ömer”, Endülüs fatihinin yaşamını konu alan “Tarık b. Ziyad” ve peygamberin kızını konu edinen “Fatma” romanları peş peşe geldiler. Biraz daha yaşasaydı sahabelerin roman külliyatını oluşturacaktı, nerdeyse. Arnavut roman kurgusu için tarihi oldukça başarılı kullandı. Çoğu İslamî yazar gibi popülerliğe kanmayıp, konusunu üç beş hikayeden edinen ucuzluğu da görmedik onda. Bütün tarihi romanlarının sonunda geniş bir kaynakça yer almaktadır. Bu onun romanla birlikte ciddi tarihi araştırmalar yaptığının da bir göstergesidir. Gerçekten de Arnavut’un romanlarına bakıldığında tarihsel anlatım üst düzeydedir. Keşke bir Türkçe tercümesi olsa da gözümüzün nuru parlasa dedirtir insana. Var mıdır, bilmem? Olabilir de. Bir tarih romancısı açısından en meşakkatli iş kahramanın yaşamına “aşk”ı sokmaktır. Aşktan nasibini almamış bile olsa roman için bu gereklidir. Çünkü, dünyanın her yerinde roman, okurun zekasındaki sis perdelerini aşkla sökmektedir. Hele söz konusu Arap edebiyatı gibi her türlü ilahsı aşkı tatmış bir coğrafya söz konusu ise. Arnavut’un romanlarının en zayıf tarafı bu olmuştur. Aşkla ilgili konuların devreye girdiği yerlerde romanda aktarılan olayların birbiriyle zor örtüştüğü görülmektedir. Bunun dışında sürükleyici bir içerikten kendinizi kurtaramıyorsunuz. O denli ki, Arap erkeğinin okumuş kadın tercih etmemesine bile neden olabilir. Arnavut’un Fransız edebiyatından romanları için en fazla ithal ettiği şey sahne kurgusudur. Bunu yaparken dramaturgi bilgisini o denli ince ve yerinde kullanmıştır ki, okur okuduğu konunun atmosferini soluklamaktadır adeta. Arnavut, kaç Suriyeli Arap kuşağına tarihini, kimliğini ve benliğini sevdirmiştir Allah bilir. Okurun hayal gücünü harekete geçirmekte bu eserler Avrupa’da Walter Scott’la yarışacak güçtedir. Arnavut, Suriye edebiyatında bir çığır açtığı inkar edilemez.

Kendisinden sonra Ali et-Tantâvî’lere, Salaheddin el-Minaccid’lere örnek olmuştur. Ne diyelim, Suriyeli okur hayrını görmüştür inşallah.

Çağdaş Suriye Arap Edebiyatının Diğer İlkleri: Sosyal Konulu İlk Yazar Halkî ve Erotizm Hikayelerinin Suriye’deki Mucidi Neccar
Suriyeli okurun kafası o denli tarihi romana gömülmüş ki, bir Ali Halkî çıkıp kendisine yaşamın sosyolojik boyutlarını aktarmasaydı üzerinde yaşadığı gezegenin hangi kefesinde yer aldığını çok geç öğrenebilirdi. Oysa, sosyal içerikli yazının Suriye Arap Edebiyatında ilk temsilcisi sayılan bu yazarın eserleri kendi alanının en ilkeli sayılır. Halkî’nin yazıları Suriye edebiyatında sosyal problemlere yer verilmesinde sadece bir geçiştir. Halkî konusunu kendi yaşamından edebiyata devşirmiştir. Hayatın tekmesini oldukça erken yaşında yiyen Halkî, babasının ölümüyle müthiş bir yoksulluk çukurunun içine adeta hapis olmuş. Gün boyu kursağını şenlendirecek bir lokmayı bulmadığı zamanlar çok olmuştur. Köpeği zincirlesen bu yaşama dayanamaz, o denli acıklı Halkî’nin hikayesi. Adını nerden aldı sanıyorsunuz. Kendisine Halkî dediğine göre, Suriye halkının durumunu siz düşünün. Kitaplarından “İlkbahar ve Hazan” yaşamın baharı ile hazanını aynı ağırlıkla hissettirmekte. Eser, bir toplum manzarasını sunuyor. Acıklı yaşamlar içersinde duygunun kayda değer tek sürpriz olduğunu bu yazılarda anlıyor okur. Halkî, Suriye roman anlayışına bir yenilik daha getirir: cinsellik. Ancak bu işin piri Muhammed en-Neccar olacaktır.

Neccar, Şamlıdır. Şam’daki yaşamın yakından biliyor. Gelişen yeni burjuvazinin mantıktan önce zevki yakaladığından haberdar. Hikayelerini bu yasaklı ve sansürlü konular üzerine bina eder. Bir yolunu bulup Arap’ın yatak odasına sokar kalemini ve bir daha hiç çıkmaz. Dünya edebiyatında Arap kimliği en fazla bu özelliği ile dikkat çekmiştir. 1970’lere kadar Batı edebiyatı Arap insanının hep yatak odasını merak etti ve bu konuyu irili ufaklı herkesin kafasına kazıttı. 1990’lardan itibaren Batı edebiyatı bu konuları bir taraftan pornografik yayınlara devrederken, bir taraftan da Mısır, Fas dizilerine ithal etti. Zamanında Fransız ressamın ve yazarın kalemiyle çizilen ve yazılan “Arap gerdek masalları”, bugünlerde Fas ve Mısır yapımı dizilerin temel konusunu oluşturmaktadır. Bu anlamda ilk yerli Neccar sayılır. Neccar hikayeleri o denli erotizm ve hatta pornografik süslemeler içerir ki biraz daha zorlasaymış Doğunun Sade’si olacakmış dedirtir insana. Sadece mahremi yansıtmaz, hayali de zorlar. Adalelerinde aşk ve cinsel susuzluk kaynayan Arap delikanlıları ve Suriyeli genç kızları günaha sokamaya isteklidir. Hele bu hayat adı üzerinde “Şam Saraylarında” geçiyor ise ve zenginlik içinde tanımlanıyorsa daha çok merak ve ilgi uyandırmaktadır. Ama sakın, Neccar ikinci sınıf bir erotizm dergisinin Haydar Dümen’i olarak algılanmasın. Tasvir ettiği onca pornografik temalar yanında toplumsal gerçekliği bıçak gibi okurun kafasına saplar. Edebiyat eleştirisi açısında bu türden bir yazınsal sapmanın en kötü tarafı duygusallık ile cinselliğin karışımından doğan estetiğin bayat kokusudur.

Çağdaş Suriye Edebiyatının İki Devi: Fuat eş-Şaib ve el-Hindâvî
Erotizm, aslında bir yazarın okuru kullanmasıdır. Bir çeşit kurnazlık. Heyecan avcılığı. Okur av. Mahreme merak her insanoğlunun zekasını bir parça bulandırır. Hiçbir insan kendi cinselliğinin derinliğini merak etmeden duramaz. Duygu üzerine kurulu bu hesaplaşmayı kazanan taraf her zaman yazardır. Bu oyunlara baş vurmadan gerçek bir realizmi gerçekleştiren Suriye edebiyatın en yetenekli yazarı Fuad el-Şaib’dir. Kendisi bir hukukçudur, soyut gerçekliğe yakın olması mesleki bir takıntısıdır. Bunun üzerine birde gazeteci kimliği eklenince karşımıza Suriye’nin en ciddi yazın tarzı olan bir yazarı çıkmaktadır. Onun kaleminin yontulmasında Mısır’ın en büyük yazarlarından Tevfik el-Hakim’in ve Fransız sanatçılarının etkisi inkar edilemez. Daha çok hikaye üzerine yoğunlaşır. Hikayelerindeki en önemli özelliği seçtiği konuyu sabırlı biçimde kurgulaması, sonuç ne olursa olsun asla ucuz ve kendi içinde bir tanıma kavuşmamış duygulara yer vermemesidir. Her satırında bir eleştiri ve mizahilik dikkate çarpar. “Bir Memurun Evrakı” adlı hikayesi tıpkı Türkiye’deki memur yaşamı anlatır gibidir. Burada çizdiği memur tipi masasına kilitlenmiş bir yaşamdan farksızdır. Masası dışında kulübesi olmayan bir yaşam.

Ama realist yazını daha ötelere götüren yazar Halil el-Hindavî idi. Halep’te bir ortaokul hocası. Bir hoca ne yapabilir demeyin? Gerektiğinde dünyayı şişeye kapatır, tıpkı devin hapsi gibi. El-Hindavî bu kimlik altında Suriye edebiyatının yaşayan devleri arasında yer almaktadır. Yazın hayatı 40 yıla varan el-Hindavî şiir, hikaye, dram alanında çağdaş Arap edebiyatının en önemli kalemlerindendir. İbsen ve Tevfik el-Hakim’in etkisi altında kalan el-Hindavî’nin dramlarında zengin ve bir yerden sonra baş döndürücü olmaya başlayan bir kurgu yer almaktadır. Sahne bir Arap çölünde açılır, ardından bedevî yaşamından görüntüler zihnimize kazınmaktadır. Tam da bu anda aşk krizleri patlak verir. Buraya kadar anormal bir durum göremiyoruz. Hadi işte, yakışıklı bedevi yosmanı kollarına alır ve bu işte burada biter derken; o da ne? Prometeus sahneye çıkmasın mı? Bir okur nasıl afallar, bakınız el-Hindavî’nin dramlarına. Hadi canım, belki yazar Arap klasik yaşamı ile Antik Yunan arasında bir bağ kurmak istemiştir derken, finale beş kala Mozart çıka gelir. Bazılarımız bu söylediklerime bakarak el-Hindavî için “kafayı uçurmuştur” hissine kapılacaktır. Hayır, hiç de değil. Yazar bir bütünlük arar; tekil gibi görülen kimlikler arasında birleştirici öğelere işaret eder. Belki onun dramlarında Pygmalion Arap yaşamına camdan sarkmış bir yabancı gibi gözükebilir; ama onun da bu yaşamda ayakları toprağa basmaktadır.

El-Hindavî’nin hikayelerinde Maupassant ve Çehov rüzgarları dolaşır. Suriye edebiyatına çok sayıda tarih konulu ve sembolik hikaye kazandırmıştır. Hikayelerini Arap, özel anlamda ise Suriye aile yaşamının sanatsal tasvirleri doldurmaktadır. İşte onun sayesinde bugün Suriye edebiyatı tümden bir realist yazının baskısı altındadır.

Son Yerine
Bugün Suriye edebiyatının yaşayan isimleri (cismen olmasa bile) Mevahib el-Kiyalî ve Şevki Bağdadî kabul edilmektedir. Suriye edebiyatında günümüzde sol bakış egemendir. Ama bu bakışın işlediği konular günümüz Türk edebiyatını egemen kesilen popüler mizaçlardan çok daha ciddiyetli ve oturaklı bir konumdalar. Hele Şevki’in “Bizim Mahalle Kan Gölü” adlı hikayeler toplusu dikkate alınırsa Suriye edebiyatının ne denli dinamik ve geleceğe aç olduğu anlaşılmaktadır.

Bütün bunlara rağmen Suriye edebiyatı üretici değildir. Suriyeli yazarların eserlerinde seçilen kahraman tipleri zihinsel üretimin peşine takılmış değillerdir. Örneğin, bir Peyami Safa gibi “yalnızlık” içinde “simera”yı hayal etmemekteler. Daha çok Çehov hikâyelerindeki gibi solgun suratlara sahiplerdi. Daha kötüsü Suriyeli yazar rejimin her tarafa sarkmış kolları arasında bir parlayıp bir sönen ilkbahar çiçekleri gibi az ömürlüdür. Rejim, Mevahib el-Kiyalî’nin kitabına adını verdiği “Beyaz Örtüler” gibi Suriyelinin kafasına egemendir. Bu örtülerde kan izi aramaz o. Çünkü Suriyeli de bütün Doğulular gibi alternatifin yabani ve kötü olabileceği inancına sahiptir. Daha da ilginci, Suriyeli yazarı sorgulayacak bir Suriye okur zekâsı oturuşmuş değildir. Ama bütün kalbimle söylüyorum: okur, eğitim ve insanın yaşama karşı duruşunda Suriyeli insan Anadolu insanından daha bilgin ve daha fazla araştırmaya heveslidir. Cemil Meriç bunun bir örneği. C. Meriç’i Türk aydınları içinde başucu yapan Suriye’nin derme çatma ve biraz da Fransız eli deymiş okullarıydı. Varsın, okur bu son cümleler için beni yargılasın.

Hiç yorum yok: