Salı, Temmuz 04, 2006

Bir Alıntı


Samatya Yeniden

kevser banu

Kaldırımlarını seviyordum en çok…Öyle eski, öyle kırık döküklerdi ama öyle güzelerdi ki..Zaten güzel yapan da asimetrik yanlarıydı belki de. On yıllar geçmişti belki ilk hallerinden bu yana taşların dizilmesinden. Hiç de rahat yürüyemezdiniz aslında. Adım attığınız yere bakmazsanız burkulabilirdi bileğiniz. Öyle çok sayıda girintiler çıkıntılar var. Benim gibi dalgınların çok vakası oluyordur bu dağınık saçlı güzellerle muhtemelen.

Yanından geçtiğim evler de kırık dökük birbirine yaslanmış hüzünlü evlerdi. Bir de akşamüstüyse geçişiniz önlerinden daha bir lirik havayla karşılıyordu bu sokak misafirini kilise, yorgun duruşlu evler ve rüzgarda çırpınan çamaşırlarla…

Yürüyordum, yürüyordum…O sokakatan her geçişimde binbir türlü hüzünle geçiyordum, neden bilmem. Olmamış hüzünlü hikayeler hayal ediyordum, ya da beni üzen ufak şeyleri abartıyordum, hüngür hüngür ağlamaya hazır oluyordum. Hiçbir geçişimde aklım başımda olmadı herhalde oradan…Öyle mütehayyil, öyle efkarlı bir halde atıyordum adımlarımı. Dışardan nasıl görünüyordum bilmiyorum. Bu hissettiklerim yüzüme yansıyor muydu, onu da hiç bilmiyorum.

Engebeli sokağın kaldırımı öyle bir tümseğe gelirdi ki o ana bayılırdım. O yokuşu çıkana kadar yol gökyüzünde bitiyor sanırdınız. Arkası görünmez. Yokuşun tepesinde ise muhteşem denizle karşılaşırdınız.

Hüzün yerini ışıltıya, umuda, küçük sevinç pırıltılarına bırakır hüzünlü yokuşun ardından tepede denizle buluşunca…

Yıllar sonra bu duyguları tekrar yaşadım bu hafta… Üniversitenin il yıllarında her gün yürüdüğüm o sokaktan bir kez daha geçtim…Aynı melankoliyi, aynı hisleri eksiksiz duyarak. Yine arkasından denizi bulup sevindim çocuk gibi…

Ah İstanbul! Ankara’dan sonra ne güzel geldin ruhuma…Bir de yağmurun olsaydı tutamayıp kendimi ağlardım galiba…Niye ağladığımı bilmeden eski günlerin anısına belki de…Arkasından dönerek artan bir rüzgar geldi de beni olduğum yerden bir çok değişik mekanına aldı sanki İstanbul’un. Özlediğim yanlarına…

Yazı yazarken hep farklı farklı şarkılar kendiliğinden gelip dolanır dilime bugünkü bonus da Radiohead’den:

You
You are the sun and moon and stars are you,
and I could never run away from you.
You try at working out chaotic things,
and why should I believe myself not you?
It's like the world is going to end so soon,
and why should I believe myself?

Not: Yazı http://www.cemaat.com/?q=node/2082 çalınmıştır. Sahiplerinden helallık dileriz.
Açıklama: Resimdeki yağmur yazara hediyemizdir. Hırsız, çaldığı minareye önümüzdeki günlerde bir yazıyla uygun kılıfı bulmaya çalışacaktır. Kim masum değil ki?

2 yorum:

n_marmara dedi ki...

Ah kalbim! Yalnız mısın evinde? Mutlu musun, beni arzu yağmurların altında sırıl sıklam ettiğine? Yoksa, göğüs penceremden beni mi izliyorsun? Yapacağım delilik, evini harabeye dönüştüreceğinden korkmuyor musun?

Ben hep seni yürüdüm, yağmur altında, adımı bir türlü ezberletemediyim şehrin ıssız sokaklarında. Hep beni koşturdun, kendi aptal isteklerin için. Hep beni üzdün, tatmadığı sevgiler için. Hep bana vurdu ateş, bana çarptı ışınların. Şimdi, burada ayrılalım.

Bence, sevgili kalbim, artık örtünü çıkartmalısın. Bunun için bir yasak yok!

Adsız dedi ki...

abi seni bAŞKa yOLa ekledim ve kevser banu'ya ispiyon ettim. :)