Çarşamba, Mart 01, 2006

Tarih Okumaları I: Kıpçaklar


İçinde Türk Tarihi’nin olmadığı bir dünya tarihinden söz etmek hayali bir kahramanın resmini yapmağa benzer. Günümüzde liselerde ve üniversitelerde Türk Tarihi adıyla verilen dersler insanda kendi tarihine karşı nefret uyandırıyor. Malesef, hâlâ Türk tairçiliği diyalektik bir kurguya sahip değildir. Oysa Türk tarihçiliği zengin bir literatüre sahiptir. Aynı şey dil, kültür, sosyal yaşam alanları için de söz konusudur. Türk Tarihinin genel anlamda bugüne kadar yazılmış en değerli eseri Ahmet Zeki Velidi Togan’ın kaleminden çıkan ve bir kısmını İsmet İnönü döneminde cezaevinde tamamlamak zorunda kaldığı Umumi Türk Tarihine Giriş (İstanbul 1981)eseridir. Bu eseri yeniden gözden geçirip, dil bakımından sadeleştirip ve yeni diplondırmalarla okurlara kazandırmak günümüz tarihçilerinin en temel görevidir. Günümüz Türk tarihçileri parasız ve pulsuz olmanın dışında birde çok tembeller. Üniversitelerimizde kariyer yapan tarihçilerimizin tamamı profesörlük unvanı alana kadar birkaç çalışma yaparak kendilerini mesleki faaliyetlerini tamamlamış addederler. Bu yüzden Türkiye’de Togan’ın, Fuat Köprülü’nün bir davamcısına rastlamak zor. Türk Edebiyatçılığı ise daha vahim durumdadır. Türk edebiyat araştırmacıları, Köprülü gibi dünya tarihçilerinin ve edebiyatçılarının korkulu rüyası haline gelen bir devin çizgisini bırakarak Banarlı gibi “ölü doğmuş bir divan edebiyat araştırmacısı” peşine takıldı. Bereket versin, Ahmet Yaşar Ocak gibi birkaç araştırmacı Köprülü mirasının yağmalanmasını engellediler.

Türk tarih araştırmalarının yaşı 260 yılı bulmaktadır. Metodolojik anlamda Türk tarihinin ilk araştırmacısı Fransız De Guegnes kabul edilmektedir. Onun Hunların, Türklerin, Moğolların ve Sair Tatar Halklarının Tarihi adlı VIII. Ciltlik eseri bu alanda yapılmış ilk adım olarak değerlendirilmektedir. Bu eser Hüseyin Cahit Yalçın tarafından 1923-25 yılları arasında Osmanlıcaya tercüme edilmiştir. De Guegnes’i Çuvaş kökenli Rus tarihçi N. Ya. Biçurin (Yakinf) izlemiştir. Her iki müellifin eseri de bazı konularda aşılmış olmasına karşılık değerini günümüzde de muhafaza etmektedir. Söz konusu üzerinde duracağımız Kıpçaklar hakkında ilk tarihsel çalışmalar bu eserlerde bulunmaktadır.

Karahanlılar adlı bir çalışmamda Türk tarihinde büyük bir iz bırakmış üç kavimden söz edilebileceğine dikkat çekmiştim: Hunlar (devamcıları Göktürkler ve Karluklar); Tiler (Ting-Lingler, Tölesler, Uygurlar, Ogurlar, Türgizşler, Kimaklar, Kıpçaklar) ve Oğuzlar (Selçuklular ve Türkmenler). Hunların ve Oğuzların boy yapılanmaları ve tarihleri araştırıldığı halde Tiler’in tarihi üzerinde hiç durulmamıştır. Bu yüzden Karahanlılar adlı çalışmamızın giriş kısmında bu Türk topluluğu hakkında geniş bilgi vermeye çalıştık. Ancak yapılanların yeterli olduğunu söyleyemeyiz (Bkz. E. N. Necef, Karahanlılar, Selenge Yay, İstanbul 2005, s. 78-123).

Öncelikle Tilerin adı üzerinde durmak gerekmektedir. “Ti” adı Çin yıllıklarında “Di” olarak geçmektedir. Çin kaynaklarında geçen bu ad “köpek” şeklinde belirtilmiştir. Burada Türklerde totem hayvanı olan “kurt”a gönderme vardır. Yani, Ti – kurt demektir. Ancak bu ad Ting adının kısaltılası da olabilir. Bazı araştırmacılar göre bu ad “araba, tekerlek” anlamındadır. Ancak, atlı araba daha sonradan icat edildiğinden, Ting adının bu anlamı vermesi biraz zor gözükmektedir. Benim kanımca Türk adının en eski biçimi “Ting” olsa gerek. Tüng-Türk ses değişiminde “n”-“r” değişimini ben kelimenin Çince okunuşuna bağlıyorum. Bu durumda Türk adının karşılığı “kurt” olmaktadır. Bir totem hayvanının boy adı olarak alınması tarihte olağan bir şeydir. Ancak bu iddiayı daha da araştırmakta yarar görmekteyim.

Günümüzde bizim Çinliler olarak tanıdığımız halkın fiziki görünümü eskilerde oldukça farklıydı. Bugünkü Çince birbirini anlamakta büyük zorluklar yaşanan 7 dile ve 50’den fazla lehçeye ayrılamkatdır. Bu dilsel fark etnik farkı da ortaya koymaktadır. Çinliler en fazla nüfus almış ve en fazla etnik kaynaşım geçirmiş bir topluluk görüntüsü vermektedir. Bugün bizim Çinli dediğimiz halka eskiden Çinliler kendileri “kara saçlılar” adını veriyorlardı. Onların kuzeyinde oturan kalbalık Ti boyları (Türklerin ataları) ise “sarı saçlı ve mavi gözlüydüler” (G. Y. Grumm-Grjimaylo, Zapatnaya Mongoliya i Uryanhayskiy kray, Lenişngrad 1926, c. II, s. 34-35). Çinliler, Huang-ho vadisinde Ti, Ti-li ve Ting-ling kavimlerinden söz ederler. Bunlar bir ve aynı kimliğe sahiplerdi. M.Ö. X. Yüzyılda bunlar üç kısıma ayrılacaklardı: Kırmızı Tiler, Ak Tiler ve Yeşil Tiler. Böyle bir ayrımın coğrafi yönlere göre yapılmış olacağı düşünülmektedir. Bilindiği gibi, Eski Türkler ve Çinliler yönleri renklere göre tanımlarlardı. Bu yüzden renkler kutsal kabul edilmiştir. Buna göre, Güneşin doğduğu yer Dünyanın başlangıcıydı ve kırmızıydı. Bu yüzden Eski Türkler çadırlarının girişini doğuya çevirir, doğuya dönerek toprağı öperlerdi. Yeşil muhtemelen merkezi ifade ediyordu, ak ise sulu bölgeye göndermedir. Nitekim Ak Tilerin torunları olan Eftalitler Maveraünnehr gibi sulak bölgede oturuyorlardı. Ancak bu renkler yönü değil farklı anlamlar da içeriyor olabilir. Yani taktıkları başlıklara göre de bu adı almış olabilirler. Bir başka açıklama ise bunları fiziki görünümüne bağlı olabileceği yönündedir. Ancak bu durumda derisi yeşil olan bir topluluktan söz edilmesi komik olur doğrusu (Bkz. L. N. Gumilev, Avrasyadan – Makaleler 1, Çev. A. Batur, İstanbul 2006, s. 159-176; S. V. Kiselev, Drevnaya istoriya yujnoy Sibiri, Moskova 1951, 114-116).

Tiler daha başlarda iki dil grupa ayrılmış gözüküyorlar. Ogurlar ve Oğuzlar. Ogur Türkleri: Ogur, Utigur, Bitigır, Bulgar, Kutigur, Altdiziçur (Ağaçeri), Bunturg, Saylanturklar olarak gruplaşmışlardı. Bunlar Türkçeyi biraz farklı konuşmaktaydılar. Yani Oğuz’a Ogur, yılan’a vilan, yaik’e caik diyorlardı. Bu gruplar daha sonra Kıpçak kimliği içinde yer alacak ve günümüzde de Kıpçak Dil Grubuna giren Kazak, Kırgız, Tatar halklarını meydana getireceklerdir. Tilerin diğer grubu Oğuzlar ise Orta Asya’dan Horasan’a, İran’a, Azerbaycan’a, Anadolu’ya, Irak ve Suriye’ye yayılacaktır. Bunlar konuştuğu Türkçe bugünkü Türkiye Türkçesini, Gagauzca’yı, Azerbaycan Türkçesini ve Türkmence’ni oluşturacaktı. Bugün bunlara toptan Oğuz Grubu türkleri adı verilmektedir. Bu gruba giren Türkler: Türkmenler, Azerbaycan Türkleri, İran Türkleri, Irak Türkmenleri ve Anadolu Türkleri adıyla Türklerin nüfus bakımından en kalabalık kısmını oluşturmaktadır. Bu halklar arasında dil olarak anlaşabilirlik oranı çok yüksektir. Nüfus olarak bakıldığında Türkmenistan 5 milyon, İran Türkleri (Horasan ve Azerbaycan Türkleri, Türkmenler, Kaşkaylar, Bıçakcılar, Kirman’da Selçuk Türkleri ve diğerleri) 27 milyon, Azerbaycan 8 milyon, Irak Türkmenleri 2 milyon, Türkiye ise 70 milyon; toplamda 112 milyon nüfusa sahiptirler.

Kıpçak adının tarih sahnesine ne zaman çıktığı belli değildir. V. Carlgen’e göre, Kıpçak adı Çin kaynaklarında Tsucşe/Kucşe, Kuçe, Kıueşe, Kuşi, Kuşu ve Kuçuk olarak daha miladi 201 yılında geçmektedir. Kaynaklarda ise Kıpçak adı şu şekillerde geçmektedir: Kipçak, Qipçaq, Qifcaq, Xifcaq, Kimçag, Kimça'ud, Kuçak, Kyfçak, Kimak, Kibi, Kukici, Kucşe, Kuçe, Kyueşe, Kuşi, Kuşu, Kuçuk, Kuman, Quman, Komani, Kumandi, Kun-ok, Kun, Kangli, Kengeres, Qangli, Seyanto, Sir, Tele, Tsyn-ça, Falven, Falones, Val(e)we(n), Phalagi, Skythicon, Sakaliba, Kharteş, Рlаvсi, Рlаwсу, Рlаuсi, Рlаwci, Раlусz(оk), Polovetsy, Polovtsy ved.

Ancak Kıpçaklar ilk kez Büyük Bozkırda (Kuzey Kazakistan) Kimak Devleti (766-1150) içinde yer almışlardır. Kıpçak adı genel bir açıklamaya göre Oğuz Destanında geçen “kapçak”tan, yani “ağaç kabuğundan” gelmektedir (Bu konuda bkz. M. Safran, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lûgâtlara Göre Kuman/Kıpçaklar’da Siyasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, Ankara 1993, s. 8-9; E. N. Necef, Karahanlılar, s. 358-371; İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1993, s. 177; L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1992, s. 136-137).

Kıpçaklar Kun/Kuman ve Kıpçak olarak iki boydan oluşsa gerek. Bunlar Doğu Moğolistan’da oturuyorlardı. Ancak Kara-Kitapların bölgeye yayılması sonucu Osmanlıların ataları olan Kayılar veya Kaylar şimdiki Cungarya bölgesinden çıkarıldılar. (Osmanlı Devleti gibi 600 yıllık siyasi bir güçün temellerini atan devletin malesef etnik kökeni tam olarak belirlenmiş değildir. Bu konu tarihçilikte fazlaca tartışılsa da hâlâ sağlıklı bir görüş ortaya koyulmamıştır. Bu konuda en iyi açıklama Togan’a aittir. Togan, Osmanlıların kökeni hakkında çok zekice bir tespitte bulunmuştur. Ona göre, Osmanlıların dedeleri olan Kayılar Çin kaynaklarında adları geçen Hsi’ler olmalıdır. Buna göre, Kayıların Oğuz olmadıkları ortaya çıkmaktadır. Yani, onlar 24 Oğuz grubuna sonradan katılmışlardır (Bu konuda son değerlendirme için bkz. E. N. Necef – B. Cavanşir, Türk Halk İslam Anlayışında Kızılbaşlık ve Şah İsmail”, Şah İsmail Külliyatı, Kaknüs Yay, İstanbul 2006, s. 46-48). Togan’ın görüşüne ilaveten Ermeni kaynaklarına da bakılması gerekmektedir. Zira burada ilk dönem Kayıların tamgalarında “yılan” işareti olduğundan söz edilmektedir. Ben, Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos’ta geçen bu bilgiyi Karahanlılar adlı eserimde yalnış değerlendirmişim. Zira müellif burada “Ots” – yani “Yılan” adını verdiği bir halktan söz etmektedir. Bunlar kuzeyden Peçenekler ve Oğuzlara saldırmışlardır. Eğer Kayılar tamgasında “yılan” işareti varsa bunların Kayılar olması gerekmektedir. Ancak denilebilir ki Kayıların Kuzey Karadeniz bölgesinde ne işleri vardı? Hondemir adlı bir başka Ortaçağ müellifinin eserin yer alan bir görüş bu soruyu yanıtlamaktadır. Müellif şöyle der: “Osmanlılar Kırım yoluyla Deşti Kıpçaktan Rum ülkesine indiler”. Yani Osmanlıların ataları olan Kayılar Anadolu’ya iki yoldan gelmişlerdir: büyük bir kısmı İran ve Azerbaycan üzerinden, diğeri ise Kırım üzerinden. Bu konuda bkz. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 322, n. 39, 229, 230). Onlar da Kun/Kuman ve Kıpçakların topraklarını işgal ettiler (Bkz. K. Wittfogel – Feng Chin-Sheng, History of Chinese society Liao, Philadelphia 1949; L. N. Rudov, Kidani”, V sb. Dalnıy Vostok, Moskova 1961, s. 167). Bunun üzerine Orta Asya’da sonuncu büyük kavimler göçü yaşandı (Bazı tarihçilere göre Kıpçaklar Altay’da Yılanlı Dağ denilen bölgede oturuyordu. Bkz. Grumm-Grjimaylo, Zapatnaya Mongoliya, s. 54). Bu göç geniş Asya ve Doğu Avrupa’yı yakından etkilemiştir. Kun ve Kıçaklar Kimakların ülkesini ve Sır-derya boylarında Oğuzların devletini ortadan kaldırdılar. Bunun üzerine Oğuzların bir kısmı Mangışlağa gitti ve burada şimdiki Türkmenlerin oluşumunu sağladı. Uzlar adıyla Doğu Avrupa’ya giden kısımlarının günümüzdeki devamcıları Gagauzlardı. Geri kalanlarının bir kısmı kendi yurtlarında kılırken, diğerleri de İran üzerinden Azerbaycan’a ve Anadolu’ya geldiler. Gelenler arasında Baranlu (Baran – Türkçe “koyun” anlamına gelmekte olup, bunun Farsça “yağmur” anlamına gelen baran’la bağlantısı yoktur) boyları da vardır ki bunlar daha sonra Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da merkezi Tebriz olan Kara-koyunlu Devletini (1410-1468) kuracaklardır (S. G. Agacanov, Oğuzlar, Türkçe çev. E. N. Necef – A. Annaberdiyev, İstanbul 2004 (3. bsk), s. 228-240).

Böylece Kuman-Kıpçaklar Sır-derya bölgesini ellerine geçirdikten sonra Hazar Denizinin kuzeyi boyunca Doğu Avrupa’ya yöneldiler. 1030 yılında Kıpçak orduları İdil boylarında belirdi. Rus vekayinameleri onlardan 1055 yılında Polovtsi adıyla söz etmektedir. Kıpçaklar sırasıyla Peçenekleri, Uzları (Avrupa Oğuzları) ve Torkları (Rus kaynakalrında Tork olarak geçen bu boy Oğuzlara bağlı olup, Ruslar onlara Türk, yani Tork diyorlardı) yendiler. Daha sonra ise sayısı 10’dan fazla olan küçük Rus çarlıklarını kendi etkileri altına aldılar. Bu dönemde Kıpçaklar 5 yere ayrılıyorlardı: 1. Orta Asya Kıpçakları – Irtış nehrinden Sır-Derya’ya kadar olan alanda yayılmışlardır; 2. İdil-Yayık Kıpçakları – şimdiki Ural bölgesi eteklerinden Volga nehrine kadar olan sahayı ellerinde bulunduruyorlardı, 3. Don Kıpçakları – Don ve Donyeç nehirleri arasında iskan tutmuşlardı; 4. Dnyeper Kıpçakları – özellikle Aşağı Dnyeper nehri civarında oturuyorlardı ve 5. Tuna Kıpçakları – bunlar Tuna boyunca yerleşimler edinerek durmadan Bizans toporaklarına saldırıyorlardı (Bkz. L. Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 140; Akdes Nimet Kurat, Kuzey Karadeniz Bölgesinde Türk Kavimleri ve Devletleri, İstanbul 2003, s. 73; Kıpçak, İslam Ansiklopedisi, s. 714).

Kıpçaklar Rus toprakları, Kuzey Hazar denizi, Karadeniz, Macaristan bölgesi ve Kuzey Kafkasya sahasında 200 yıla yakın egemen oldular. Onların varlığına Moğollar son vermiştir. Moğalların 1223 ve 1240 tarihli saldırılarından sonra Kıpçakların büyük bir kısmı onlara katıldılar ve Altın Orda’nın Türkleşmesinde rol oynadılar. Küçük bir kısmı Bizans’a sığındı. Bir grubu ise Ruslaştı. Geri kalan grupları ise Mısır’a gittiler. Mısır’da 1250 yılında kurulacak olan Memlüklü Devleti Kıpçak kökenliydi.

Kıpçaklardan bize zengin bir edebiyat intikal etmiştir. Bu edebiyatın büyük bir kısmını Türkçe Sözlükler oluşturmaktadır. Kıpçaklar sözlük dışında demek olarak her alanda eser vermişlerdir. Hayvancılık, okçuluk, fıkıh ve diğer alanlarda bize çok sayıda eser bırakmışlardır. Bugüne kadar Kuzey Karadeniz Kıpçakları hakkında elimize sadece bir sözlük geçmiş, diğer edebi yapıtların tamamı ise Mısır Kıpçakları tarafından ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu bu sözlükler hakkında kısa bilgiler verelim:
Codex Cumanicus: Bu sözlük Venedik Saint Marcus Kütüphanesinde Cod. Marc. Lat. DXLIX numarasıyla kayıtlıdır. Sözlüğü dönemi şairlerinden Petrark oluşturmuştur. Bu eserin orjinali 1294 yılında yazılmış bize kadar gelen yazması ise 11 Temmuz 1303 tarihini taşımaktadır. Eser Latin-Fars-Kuman ve Kıpçakça-Latince ve Kıpçakça-Almanca olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Türk dili bakımında bu yazmaya değere biçilemez. Kanımca bu sözlüğün en güzel araştırmasını İran Türklerinden Davud Münşi-zade tarafından Almanca yapılmış neşri oluşturmaktadır (Bak. Davoud Monchı-zadeh, Das Persısche ım Codex Cumanıcus, Uppsala 1969).

Kitab-u Mecmu-i Tercüman-i Türkî ve Acemî ve Mongolî ve Farsî: Mısır’da Konyalı Halil b. Muhammed b. Yahya tarafından yazılmış Kıpçakça bir sözlük-gramer eseridri. 25 Ocak 1343 yılında yazılmıştır. Yazmanın yegane kopyası Leyden Akademi Kütüphanesinde korunmaktadır. Bu eserin yapılmış en güzel neşri Martin Thedor Houtsma’ya aittir (Bkz. Ein Tûrkisch-Arabisches Glossar, Nach der Leidener Handschrift, 1894).

Kitabü’l-İdrak li-Lisani’l-Etrak: Esirüddin Ebu Hayyan tarafından 1312 yılında yazılmış olup bir sözlük çalışmasıdır. Eseri, benim de hemşerim sayılacak rahmetli Ahmet Caferoğlu tarafından 1933 yılında Türkiye’de yayınlanmıştır.

Et-Tühfetü’z-Zekiyye Fil-Lûgat-it-Türkiyye: Müellifi belirsiz olan bu eserin elimizdeki kopyası 1425 tarihinden önceye aittir. Eser 3000 civarında Türkçe kelime içeren bir çeşit Araplara Türkçe-Kıpçakca öğreten çalışma özelliği taşımaktadır. Bu eserde Türkiye’de basılmıştır (Bak. Besim Atalay çev, İstanbul 1945)

El-Kavaninü’l-Külliye li-Zabtı’l-Lügat-it-Türkiyye: İstanbul Süleymaniye Kütüphamesinde korunan bu yazma Arap grameri esas alınarak oluşturulmuştur. Eser, Türkiye’de 2 defa basılmıştır. İlk baskısı 1928 yılında Kilisli Rıfat Bilge, diğeri ise son yıllarda Recep Toparlı tarafından yapılmıştır. Eserde yer alan 754 kelimenin 686’sı Türkçe olup, geri kalanı Farsça ve Arapçadır.

Ed-Dürretü’l-Mudia Fi’il-Lugat-it-Türkiyye: Bir sözlük çalışması olan bu eserin elimize gelen ilk kopyası 1534 tarihi taşır. Bu eser üzerinde Polonyalı Türkolog A. Zajacskowski çalışmalar yapmıştır (Bak. A. Zajacskowski, Yeni Bulunmuş Arapça-Kıpçakça bir Sizlük”, TKAE, cilt III-IV, s. 183).

Sözlükler dışında Kıpçaklar bize fıkıh kitapları (4 fıkıh eseri), bir okçulukla ilgili eser, 3 atçılıkla ilgili eser ve bir tane de edebi yapıt bırakmışlardır (Bak. M. Safran, age, s. 46-48).

Türkiye’de Recep Topralı Kıpçakça’nın nefis bir sözlüğünü hazılamıştır (Bak. Recep Topralı, Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Erzurum 1993). Anlaşılacağı gibi, Kıpçaklar, birçoklarının iddia ettiği gibi Kuzey Karadeniz’de başıboş dolaşan “barbar” bir topluluk olmayıp, Türk dili, tarihi, kültürü ve edebiyatında derin izler bırakmış bir halk olmuştur.

Hiç yorum yok: