Çarşamba, Mart 01, 2006

Bergson ve Topçu


Musa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca
Biz, ona hikmet ve ilim verdik.
Biz iyilik edenleri işte böyle
mükafatlandırırız.
Kasas Suresi, 14.

Bergson’u gerçek anlamda Türk okuruna tanıtan ve Bergsonculuğun Türkiye’de en önemli temsilcisi olan Topçu felsefeden tasavvufa devşirmiş bir düşünür. Kravatlı bir derviş. Ezel Erverdi ve İsmail Kara tarafından hazırlanan Nurettin Topçu külliyatı arasında yer alan İsyan Ahlakı, Bergson, Var Olmak en gözde üç eseri konumunda. Özellikle İsyan Ahlakı bir şaheser. Okur lütfetsin Hallac-ı Mansur’u birde Topçu’dan dinlesin.

Üniversite hayatımın bulanık yıllarında tanıdım ben Topçu’yu. Sevgili ve kadim dostum Bülent Cingöz (B. Garipoğlu adıyla Aykırı’nın kalem şövalyelerindendi) birgün sabahın köründe aradı ve telaşla şunları dedi: “Dostum, seni birkaç hafta daha yaşatacak kitabı buldum. Nurettin Topçu, Var Olmak”.

O sıralarda bendeniz, yaşamımda hep trajik rollerde yer alıyordum. YURTKUR’a bağlı Ahmet Yesevi Yatakhanesinde kalıyordum. Yurt açılandan kapanana kadar (Yalova depreminde bina ciddi hasar gördüğünden kapatıldı) orada kaldım. Bana benzeyen ikinci bir öğrenci tanımadım. Yurdun Ekber Hoca’sıydım. Hem Ekber, hem de Hoca olmak; pek zevkli olsa gerek? Ama değildi. Yaşamımın hiç bir anına geri dönmek istemem. Çünkü ikinci kez o yolları yalnız yürümek istemiyorum. Hasıl-i kelam. Topçu ve beraberinde Bergson, Dostum Bülent’in önerisiydi bana. Topçu ve Bergson tutkum fazla sürmedi. Topçu’nun şiddetle muhalefet ettiği Varoluşçuluğu ve Heidegger’i tercih ettim. Çünkü Heidegger’i Bergson’dan daha dolu buldum. Bergson bir münzevi. Elinde mendil gözyaşı döktürüyor. Topçu, Fransa’daki okul yıllarında dalmış Bergson Felsefesine. Sanırım en yakından tanıdığı felfesi akım da sezgicilik. Topçu’nun geniş bir felsefi literatürü olduğunu sanmıyorum. Felsefe onun için iyi ölüm adına bir basamak. Ancak, Topçu, Bergson’dan daha ziyade M. Blondel’e daha yakın. Blondel tam bir vahdet-i vücut görüşüne sahip. Topçu’da da yer yer onu benimsemekte. Tendini Tanrı’da eritmek Tanrılaşmak. Tipik bir mistisizm.

Topçu’yla aram Sokrates yüzünden bozuldu. Topçu için Sokrates bir “şehit”, benim için bir şarlatan. Sokrates’i idam eden yargıçları insanlık adına hep alkışlamışımdır. Çünkü inandığımız mitin sahte peygamberi Sokrates.

Kişilik olarak Topçu büyük bir erdem sahibi. Türkiye’de eşine az rastlanan sözüyle ameli bir birkaç yazardan biri. Nezip Fazıl’daki ikiyüzlülüğü onda bulamazsınız. Necip Fazıl gösteriş meraklısı. Sofrasında mezesi rakısı, Allah’ı çağırıyor, daha doğrusu çığırıyor. Fazıl hayranlarının tamamı kendisine benziyor. Türkü çığırır gibi İslam ve millet çığırıyorlar. Yarı trans halinde bir dünya gençliği.

Topçu bir müzevi. Doğruluktan asla ödül vermeyen bir gönül insanı. En yakın çevresinin bile tekmesini yemiş biri. Ama Topçu’nun da zayıf yönleri var: Anadoluculuk ve İslam sosyalizm. Ayrıca, Topçu’nun Bergson okuması yetersiz. Sanırım, Topçu’nun Bergson’a verdiği değer, yegane Batılı düşünür olup İslam’a önem verdiğindendir. Bergson sezgici bir düşünür. Kant eleştirisi (Ahlak ve Din’in İki Kaynağı eserinde) hâlâ okunmaya değer. Ama, Enistein’in “madde enerjiye dönüştüğü gibi, enerjide maddeye dönüşebilir” nazariyesinin etkisinde kalmış, Darvinizm’i farklı bir yönden kurgulamış ve en önemlisi, başta Kant olmakla eleştirdiği filozofların eleştiri çizgisinin dışına çıkamamış biri. Yani, Nietzche’nin sözleriyle desek “söyleyen de söyleten kadar kör”.

Hiç yorum yok: