Salı, Mart 07, 2006

BİR DOĞU KLASİĞİ: HAYYAM


Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel!
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir devlete benzer bu güzellik, sonu yok;
Gel, gönlümüzün hakkını lütfetmeye gel.
Hayyam

Rivayete göre, aslında Hayyam diye biri yokmuş. Sadece bir Doğulu çılgınlığı, ince zekalı bir gerçekçinin deliliği veya üslup kaygısı çekmeyen bir hayalperestin uydurmasıymış. Gündüzleri melek, geceleri şeytan; olmazsa olmaz Doğunun gece meclislerinde tatlı tatlı günah işlemeyi arzu edinmiş sivri bir dehanın oluşturduğu bir tiplemeymiş. Umurunda olan tek şey kendi varlığı. Zaman zaman Tanrıya, zaman zamanda Şeytana oynarmış. Ama hep kaybedermiş. Günaha da, sevaba da aynı mesafedeymiş.

Dünya altı kardeşin koyun koyuna sarıldığı kıtalar yumağından oluşmaktadır. Ağabeyleri Doğu; zengin, kaypak ve saf. Toprağın bu huyunu, üstündeki pek konuksever olmayan yaratıkları da edinmiş. Doğulu insan toprağa benzer. Ne yere, ne de göye inanır. Kendi dünyasını kendisi yaratmayı sever, bu yüzden hep sadıktır kimliğine. Tanrı bıkmış, usanmış, sayfa ardına sayfa, vahiy üstüne vahiy göndermekten. Bu yolda kaç sefer yapmış, melekler belli değil. Yorulmuş Cebrail yerle gök arasında gezinmekten. Yeter demiş, Tanrıda peki öyle olsun, bu sonuncusu diye en ağır kitabı eline tutuşturmuş. Konuşmayı ve yazıyı keşfedenlerdendi Doğulu, ama okumayı nedense pek sevmez, hatta hiç sevmez. Kim vakit bulur da, çevirir sayfalarını gelen son mesajların toplatıldığı deri yazmalarının. Vakit bu vakit, çağ böyle bir çağ. İman derken, Araplar bir de güce sarılmışlar. İslam rengine, tipine, şekline, diline ve kimliğine bakmadan alıvermiş bütün Doğuyu içine. Her kılıktan insan ‘Müslüman’ olmuş. Her kesin günahı boynuna kefen; sevabıysa Cennet bahçesi ağaçları dibine son günde çıkarılmak şartıyla gömülmüş birer hazine. Ya Tanrı ‘yeni günde’ hafızasını kaybedip hatırlamaz ise kimin emanetinin nerede, nasıl olduğunu. İşte bu korkunç bir şey olur. Olur, ama muhatabı için olur. Ama birde şöyle düşünün. Cehennemin yolunu tutacak olanların koparacağı kahkahayı. Ne komik olur, ama. O zaman hadi yeni baştan, dünyaya hoş geldiniz. Kim sabredecek birkaç milyon sene daha dünyanın iyi kötü dönmesine. Tabii ki, insanlar. Olan meleklere olacak. Hadi, Cebrail, ver elini Kudüs’e, olmadı Mekke’ye, hayır olmadı Babil’e, yo hayır yine olmadı dersen bir daha ve bir daha. Bu arada insan kendi yolunu bulmuş, yontmuş ağaçtan, kayadan, taştan putlarını. Çabuk kandıracağı suratsız, hareketsiz yontma bebekleri. Doğulu bu, ömrü taş ve toprakla geçmiş. Her şeye rağmen sevimli.

Hayyam böyle bir dünyanın insanı. Ağzı Cennet yolunda, Tanrıyla ahbap, Şeytanın kıçını seyrediyor. Bütün ilhamı, bu ateşten varlığın durmadan kıvırdığı kalçalarını izlemek. Kim dayanır bu dansa. Doğu, çığlığın rengini etle boyamış. Etten et yaratmış. Eti ete tercih etmiş. Kamasutara’nın ünlü kahramanlarının sevdiği üç şey: et yemek, eti elde etmek ve etin içine et koymak. Hiçte anlamsız değil.

Ne zaman doğmuş, ne zaman yaşamış hiç önemli değil. Dedik ya, o bir hayal. Beceriksiz bir zekanın düş hikayesi. İyi bir günah ve iyi bir düş. O denli gerçekçi ki, her kes inanmış bu yalana. Yalan olduğu için her kes onu gerçek sanmış. Ama, unutmayalım her kesin tövbe hakkının bulunduğunu:
Her gün diyorum, etmeliyim içmeye tövbe,
Bardakta dolup taşmış olan badeye tövbe.
Lakin bakarım, her yana gül mevsimi gelmiş,
“Tanrım, edeyim bari” derim, “Tövbeye tövbe”.

İçki, dünyanın tek umut verici duyarlılığına sahip su. Ölmekte, öldürmekte onun tadında. Ruhu olan her varlık incinir. Ancak, unutamayan yegane varlık insan; en çokta aşk acısını. Yaralı olmak, yazmağın başlangıcı sayılır. Ve insan kafatasında sunulan mürekkep. Doyumsuz bir iştahın sınıra çektiği en karanlık perde. Ötesi yok. Sadece hayal edilebilir, Hayyam gibi.
Düşmemiş sırrını çözmek ezelin, haddimize.
Okunur şey mi bu, esrarla tıkız, güç kelime.
Söyleşip durmadayız, perdenin ardında bugün,
Perde düşsün, ikimizden de o an hak getire
.

Toprak, insanın çaresizliğidir. Hem alın yazısı, hem kara tahtası. Sonsuzluğu yaratmamaya ant içmiş, bir kere. Yarattığı her varlık ömürlü. Yaşam sınırlı, az veya çok tükenir her canlı. Bu yüzden sonsuzluk, sonlu olmanın bedeli. İnsan, dünyayı aşmanın bir yolunu armış ve nihayet büyük keşfini gerçekleştirmiş: buharlaşmak. Ama nasıl? İçerek!
Gelerek desti ile söyle dudaktan dudağa,
Dedim: “anlat, uzun ömrün nicedir şartı, bana”,
Dedi: “bir sır sana: İç, günleri keyfince geçir;
Bir gelir evrene insan, daha dönmez bu yana”.


Tâkat, insandan istenecek son şey. Dayanıklılık bize göre değil. Biz ancak, iki şeye heyecan duyarız: aşka ve güce. Ve aynı şeylerden yoruluruz, aynılarını ararız. İyi ve kötü, veya tersi; veya her ikisi. Doğunun şaşmaz pusulası. Biri vardır, bir yoktur hikayesinin en iyi örneği. Bir tatsız, biri tatlı; veya hem tatlı, hem tatsız. Sahibine göre, her şey değişiyor. Her kes gönlünce tüketiyor. Bizimki, saf, avanak, huysuz ve sarhoş. Esrük esrük geziniyor. Nerede renkli su, orada gece. Nerede gece, orada sarhoşluk rüzgarları. Rengi olmayan tek şey hayat. Sınırlı, ama belirsiz bir hudutla çevrili. Duvarı da, taşı da, toprağı da, mahremi de sensiz. Rüya değil, en büyük gerçeklik. Çekilir mi bu hayat. Hem de bal gibi. Su saki, cehennemin kazanları kaynasın.
Öyle içsem doyunca, öyle şarap,
Aymasam hiç mezarda ben, Ya Rab,
Koku duydukça kabrim üste gelin,
Bayılıp sarhoş olsa, düşse harap.

Hayyam dingin bir tip. Her kapıyı çalacak türden. Doğunun Sokrat’ı. Ama biraz farklı. Kavramla işi olmaz. Felsefe, çekilmez, ona göre. Ne gereği var, büyüyü bozacak. İnsan nankör olmamalı. Bu kadar trajedi, yeter ve artar bile ömrümüzü çürütmeye. Yedi Bilgede kim oluyor. Zaten sayısı da belli. Bilgeliğin sayısı mı olurmuş? Tercih, sayılamayacak olandan yana; her zaman soyut; katıksız ve sabit olmayan. Omuzlarımız sırtımızı görmeye fırsat verseydi, belimizdeki uru söküp atardık. İnsanın görevi kurtarıcı olmak değildir. Özlemi yok etmektir.
Madem ki sağlanamaz, yarın nasıl, nicedir?
Koy hüznü; günleri yar, aşk içinde geçir.
Doğmuşken Ay, hadi iç ay yüzlü, çünkü bu ay,
Bir gün olur bizi bulmaz, her zaman o gelir.

Rivayete göre, Hayyam ömrü hayatından iki kez camiye gitmiş. Birinde halı çalmaya, diğerinde de eskimiş halısını değiştirmeye. Pekte dindarmış, mübarek! Fazla, acımayalım, ihtiyacı olduğundan yapmamış. Eski Doğunun bazı mitlerine takmış kafayı. Uçan halılar, sihirli çıraklar, veya tencereler (günümüzde UFO’lar), her ne iseler takılmış üstadın zihnine. Kurtarmak istemiş Tanrının elinden dostlarını. Çünkü, Doğuda her kes günahkar olduğunu bilir. Bunun için ne imama, ne papaza ihtiyaç vardır. Yasaklar zinciri her kesin boynunda sallanmaktadır. Halkalar yuvarlak, dünya gibi. Yuvarlanmayan bir dünyaya ihtiyaç var. Her daim karanlık, sabit bir dünyaya. Nehirlerinden şaraplar akacak. Bir cennet değil, bir cinayet. Varlığın çözülmesini durduracak bir ilaç. Her kesin gövdesi kendi kafasını kucaklayacak. Ve kadınlar, sonun bitiş noktası, mantığın sustuğu ayna. Dalıp gideceksin, hem kendinden, hem dünyadan.
Tanrısal güçle tutup yakasından feleğin,
Getirip kündeye, alt edeyim, ellemeyin.
Yaşasın rindlerimin tümü rahat, diyerek,
Yeni bir evreni kurmalıyım, bencileyin.

Tanrının evinin önüne apartman dikmeye çalışan, bu serin beyin, rüzgarları hiç hesaba katmamış. Bu yüzden adres harabedir. Bir kadeh büyüklüğünde bir evren. Yargı us, ama bütün yetkileri elinden alınmış. Geriye ne kaldı, kalbe mahkum bir dünya.
Cömert eliyle yarattı, ezelden Tanrı beni,
Okuttu aşkı en önce, güzel donattı beni,
Anahtar olmak için manevi hazinelere,
Bu aşkla parçalayıp büsbütün ufalttı beni.

Rivayete göre, onu kendileri için sorun görenler, bir gün Hayyam’ın yakasından tutup, kadının huzuruna kadar sürüklerler. Şikayetleri çok malum, her kesin bildiği tek şikayet: ilahi adalete karşı gelmek. Tanrıyı aşkta, aşkı şarapta, şarabı ruhta, ruhu Tanrıda arıyormuş. Kendi içinde bir halka bu da. Ama korkunç ve ölümcül bir nitelikte. Kadı evirip çevirmiş, Tanrıya nasıl cüret edipte dil uzatacağını sormuş. Doğulu kurnaz, iş cezaya gelince dilden daha büyük kurtarıcı yoktur, tabii kullanmasını bilenlere. Hayyam başlamış söylenmeye:
Seni ispata a Tanrım, benim aklım mı yete?
Yapılan şey el açıp göklere yardım dileme,
Kavramak, hiç, seni mümkün mü yetersiz usla?
Kimse bilmez o büyük zatını, senden özge.

Sorun bitmiştir. Şikayet düşmüş, suçlu atlanmıştır. Tanrının gönlü alınmış, inananlarının huzurunda. Kadı memnun, haksızda da sayılmaz. Çünkü, Doğulu inkar nedir bilmiyor.

Hiç yorum yok: